Site Menüsü
Üyelik Girişi
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi1
Bugün Toplam16
Toplam Ziyaret764701

Gençliğinden Çanakkale kahramanlığına...

Bu konuda yazmak çok zor oldu.

Hem bahsi geçen dönem şu ana gittikçe yaklaştığından; güncel gelişmelerle de alakalı oluyor ve haliyle birçok ana soruna değinmek gerekiyor.

Hem de bahsi geçen şahıs çok büyük bir isim ve yaptıkları geleceği görmek adına anlatılması detaylı meseleler.






Zaten ilk karmaşa da buradan başlıyor bizce: O ne Haşa bir Peygamber ya da Evliya; ne de İngiliz Ajanı veya işte ’Kemal canım’ denilerek küçültülebilecek bir adam.

Bugün yaşanan ana sıkıntılardan birisinin adı Mustafa Kemal kutuplaşması. Ya hayranısın ya da nefret edersin; insanlar için arasını bulmak zor. Onu sevmek bir politik görüşe sahip olmak aslında, sevmemek de tabii. Gerçi hiçbir görüşe ve hatta doğru düzgün bilgiye sahip olmadan da; aşırı sevme veya nefret etme eğilimleri gösterebiliyor insanlar. Kutuplaşma da burada başlıyor.

Zaten dış güçler için üstünde çalışmaya değer bir ayrıştırma sebebi 2 bakımdan da; Milliyetçilik ve Din.

Dini kullananlar, sırf Mustafa Kemal’in içtiği rakıdan falan dem vurarak, ona karşı dini söylemlerle çıksalar; başka vasıf gerektirmeden 1 milyon oy alabilirler bu memlekette. Onu körü körüne sevmeyen bir kesim hep var.

Ya da milliyetçiliği kullananlar, sırf at üstünde resmini koysalar Parti logolarına, birkaç kemalist edebiyat ile 1 milyon oy hazır.

Arkasına sığınarak siyaset yapmakta revaçta,  onu eleştirerek siyaset yapmak da.

Yaşasaydı ne olurdu ve ne derdi bu insanlara? Ya da bu insanlar böyle olabilirler miydi? Bu sorunun cevabını yazılarımızın sonunda umarım en sağlıklı şekilde verebiliriz.

Bu kadar önemli bir insanı yazmak zor bu bakımdan. Bu yazıyı biz hem sade, hem de belirli detaylara kısaca değinerek yazmaya çalışacağız. Çünkü 'bazıları tarihi yazmaya çalışır, bazıları tarih yazar' cümlesinden hareketle; onun tarihte öyle bir yeri var ki; detaylara girsek yazması yıllar sürer.

Biz bu yüzden, herkesin bilmesi gerekenleri es geçeceğiz. Bunun için ne zamanımız ne tarihçi olmak gibi bir iddiamız var. Biz günümüz politikalarına gelmek için temeli sağlamlaştırmak amacındayız. Ve bunu mevcut şartlara bakılırsa bir an evvel yapmak gerekiyor. Bu yüzden mümkün olduğunca detaylarda boğulmadan özetlemek derdindeyiz.

Koca Mustafa Kemal’i kısaca anlatmaya çalışmak manen zor tabii ki; kusurumuz olursa, düzeltilir İnşallah.

Mustafa Kemal Atatürk’ü 5 bölümde inceleyeceğiz.

1. Bölümde 1881-1916 arasını ve Çanakkale Savaşını

2. Bölümde 1916-1923 arasını ve Milli Mücadeleyi

3. Bölümde 1923-1930 arasını ve Türkiye Cumhuriyetini

4. Bölümde 1930-1938 yılları arasını incelemek ile birlikte; hakkında genel bir değerlendirme yapacağız.

5. olarak Dernek toplantımızda: Mustafa Kemal Atatürk’ü doğru anlamak, doğru anlatmak ve bu algıyla o günün ve günümüzün eksiklerini tespit ve sorunların çareleri üzerine konuşacağız.

Tabi her yazıda birkaç ögeye değineceğiz ve özellikle ilk bölümde Gayr-ı Resmi Tarihçilere değinme işini sonlandırmaya çalışacağız.

Keza Mustafa Kemal isminin tarih sahnesine çıktığı Çanakkale Savaşı’nı da özetlemeye çalışacağız. Bazı bölümler size sıkıcı gelebilir ama biliniz ki; bilmemiz gereken detaylar içermektedir.

Apayrı bir yeri olan ‘Kazım Karabekir’ konusu ve yine bununla alakalı; dostları ile arasının açılması hadiselerini kısaca anlatmaya çalışacağız.

Kazım Karabekir demişken; Şevket Süreyya Aydemir;  o dönemi belgeler ve raporlarla özetlediği kitaplarında; önce Enver Paşa’yı 3 Cilt ile, sonra Mustafa Kemal’i TEK ADAM isimli 3 Cilt ile, sonra İsmet İnönü’yü İKİNCİ ADAM isimli 3 Cilt ile, ve en sonunda da Adnan Menderes’i 2 kitap ile bizlere anlatmaya çalışmış. Çok faydalı bir çalışma ve herkese öneriyoruz. Mustafa Kemal’i anlatırken TEK ADAM tabirini nasıl yakıştırmışsa, bizce İKİNCİ ADAM olarak İsmet İnönü’yü değil, Kazım Karabekir’i seçerdim açıkçası.

Çünkü her ne kadar tarihe; ‘Olaylar ve Mustafa Kemal’ açısından bakarsak İsmet İnönü akla gelen ikinci isim olsa da; Milli Mücadele ve Kurtuluş Savaşı iyi irdelendiğinde, bizce şüphesiz en etkili ikinci isim; hatasıyla sevabıyla Kazım Karabekir Paşa olmuştur. Bu iki eski dostu fikirleriyle uzlaştırmak da bize düşen bir görevdir kanaatindeyim. Bu konulara değineceğiz.

 

Şevket Süreyya Aydemir ‘den başka yine bu konuda;

Turgut Özakman: ‘Vahidettin, Mustafa Kemal ve Milli Mücadele’, ‘Çanakkale’ ve 'Cumhuriyet' serileri,

Kazım Karabekir’in ‘İstiklal Harbimizin Esasları’, ......

Ve kesinlikle Mustafa Kemal Atatürk’ün ‘Nutuk’ eserini,

Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın o döneme ait incelemelerini ,

Din bilginlerinin (ki bu devirde sehven göreceli) görüşlerini,

Osmanlı’nın o dönemki şartlarını ki, bu konuda yazılar yazmaya çalıştık,

Ve buna benzer detayları incelememiz gerekliliği; zamanımızda bir görev haline gelmiştir denilebilir.

Çünkü Mustafa Kemal’i sağlam bir temelden yoksun ve yüzeysel tanıdığınızda, bir takım çevreler dayanağı olan/olmayan yeni bir şey söylediğinde etkilenebiliyor ve zaten taraf olmaya çok müsait olunan bu konuda şüphelere düşebiliyorsunuz. Bazı kesimler misal Medya gücünü de arkasına aldıklarında tehlikeli bir durum haline geliyor ve bu temelsizlik kullanılıyor. Ben de bir dönem; Cemaat mensubu ve hatta yurt başkanı iken, Mustafa Kemal’i ağır sözlerle eleştirenlerden birisiydim. Bu sebepten her kesimden her belge ve bilgiyi iyi incelemek ve bu önemli konuda tarafını doğru seçebilmek için olayların detaylarından haberdar olmak çok önemli. Önemini yazdıkça ve konuştukça anlayacağız.

Peki bu kutuplaşmaya ne sebep oldu ve hala neler sebep oluyor?

1-Onun arkasında siyaset yapanlar:

Yani bir nevi Kemalist akım. Mustafa Kemal’i hem sağlığında hem de vefatından sonra, haddinden fazla sahiplenen ve hatta onun söylemediği sözleri bile ona malederek; hem onu putlaştıran, hem de çıkarları adına onun arkasına sığınıp siyaset yapan bir zümreye göre Kemalizm Din’i bile gölgede bırakıyor. Bu yanlışa düşenler, haliyle halkın tepkisini çekiyor ve çekmişler de. Atatürk’ü putlaştırmak ona yapılacak en büyük haksızlık aslında. Zira eğer Atatürk’ü Koruma Kanunu mevzu bahis ise; ilk madde olarak ‘Onu putlaştırmak’ yasağı konulmalı. Çünkü ona en çok zarar veren şey bu.

Ve tabi Atatürk’ü Koruma Kanunu ve buna benzer doneleri kullanan zihniyetlere de bir göz atalım:

2-Onun karşısında siyaset yapanlar:

Bu kesimin de tek dayanağı; Atatürk karşıtlığından nemalanmak. Dini bile geri plana atan Kemalizm akımına tepki olarak doğan bu kesim, bazı güçlerin işlerine gelenleri yapabilmesi için kullanmaya en müsait gördükleri insanlar oldular. Bilerek veya bilmeyerek, yalan yanlış her türlü iftira ile ona saldırmak, günümüzde çok moda. ’Ben farklıyım’ ekolü, bu sefer Mustafa Kemal’e saldırmakla sürüyor.  Gayr-ı Resmi Tarihçiler, STK ve 2. Cumhuriyetçiler  buna en iyi örnek. Ve işin ilginç yanı, Mustafa Kemal’e her şeyi söylemelerine rağmen, bilmedikleri veya tıkandıkları noktada ‘Efendim bir şey yazacağım ama Kanunlar müsade etmiyor’ zırvalığını da slogan haline getirmişler:

-‘Bu satırların naçiz muharriri, Türk Kurtuluş Savaşının gerçek veçhesi üzerine resmen çekilmiş bulunan örtüyü kaldırmaya muktedir değildir. Kanunlar, bugün için böyle bir şeye asla izin vermemektedir.’   (K. Mısıroğlu-Sarıklı Mücahitler, s.33)

Halbuki Mısıroğlu ve benzerleri daha evvel de gördüğümüz gibi Mustafa Kemal’e ‘İngiliz Ajanı, Yunan Ajanı, Dinsiz, Mason ve hatta annesi ile ilgili buraya yazamayacağım türlü cümleler yazabiliyorlar. Ama nasıl bir şey diyeceklerse daha, Kanun engelliyormuş...Neymiş bu kanun bir göz atalım önce;

Atatürk’ü Koruma Kanunu

Bahsi geçen Kanun; 31 Temmuz 1951 tarih ve 5816 sayılı, Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlarla ilgili kanundur. Gördüğünüz gibi; Atatürk’ü koruma kanunu diye meşhur olan bu kanun Adnan Menderes döneminde, Demokrat Parti iktidarı tarafından getirilmiştir. Bu nokta çok önemli, çünkü bu kanunu eleştirenler, utanmadan Mustafa Kemal’i eleştiriyor  ama  diğer taraftan geneli Menderes taraftarı… Halbuki kanun Mustafa Kemal öldükten 13 sene sonra çıkmış. Ne alaka? Eleştirilecekse bile bu konuda Adnan Menderes’i eleştirmek lazım değil mi? Ama niyet sağlıklı bir eleştiri değil ki!

Kanun şu şekildedir:

Madde 1:

f1. Atatürk'ün hatırasına alenen hakaret eden veya söven kimse bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

f2. Atatürk'ü temsil eden heykel, büst ve abideleri veyahut Atatürk'ün kabrini tahrip eden, kıran, bozan veya kirleten kimseye bir yıldan beş yıla kadar ağır hapis cezası verilir.

f3. Yukarıdaki fıkralarda yazılı suçları işlemeye başkalarını teşvik eden kimse asıl fail gibi cezalandırılır.

Madde 2:

f1. Birinci maddenin ikinci fıkrasında yazılı suçlar zor kullanılarak işlenir veya bu suretle işlenmesine teşebbüs olunursa verilecek ceza bir misli artırılır.

Madde 3:

f1. Bu Kanunda yazılı suçlardan dolayı Cumhuriyet savcılıklarınca re'sen takibat yapılır.

Madde 4:

f1. Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

Madde 5:

f1. Bu Kanunu Adalet Bakanı yürütür.

 

 

…………………………………..

 

Öncelikle bu kanun çok mu gerekli? Tartışılır. Tartışacağız da.

Ama bu kanun, sizin de okuduğunuz üzere bilgi açıklamayı veya varsa bir iddianı açıklamayı engelleyici hiçbir madde içermemektedir. Hakaret etme, kabrini tahrip etme, büstüne zarar verme gibi maddeler içerir. Bu maddelerin bildiklerini açıklayamamakla ne ilgisi var?  Mezarını tahrip etmeden, alenen sövmeden açıklayamıyorlar mı yani? ‘Yok ben küfür etmeden yazamıyorum’ diyorlarsa, bu onların kendi psikolojik sorunları oluyor haliyle.

Ayrıca elindeki bilgi ve belgeleri açıklamanı veya işkembeden sallayacağın düşünceleri yazmayı engelleyen hiçbir kanun olmamakla birlikte; Atatürk’e alenen hakaret etmeyi suç sayan bu kanunla bir sorun varsa bile, bu Demokrat Partinin görüşüdür, muhalif olabilirsin de. Ama bununla Atatürk’ün şahsının ilgisi yok.

Konuyu tam bilmeyen insanları yönlendirmek kolaydır arkadaşlar. Keza Osmanlı’nın son dönemlerine dönersek, hem bu ‘bilgisizliği kullanma’ meselesini, hem de Mustafa Kemal’i daha iyi tanıyabiliriz görüşündeyim. Biz artık Mustafa Kemal’e dönelim.

…………………………………………………………………………

Yıl 1881

Osmanlı zor durumda. Hatta tam da bu yıl Osmanlı iflasını açıklamıştır......

Rus İmparatoru Nikola’nın St. Petersburg'da 9 Ocak 1853 tarihinde İngiltere'nin Rusya elçisi Seymour'a söylediği

-"Kollarımız arasında hasta, ağır hasta bir adam var. Lázım olan bütün tedbirleri almadan önce kaybetmemiz büyük bir feláket olacaktır.’’

sözü üzerinden yıllar geçmişti. Devlet iyice erimiş ve büyük devletler Osmanlı çöktüğünde hangi toprak kimde kalacak hususunda tartışmakla meşguldüler. Gerçi 2. Abdulhamid doğru işler yapmaya çalışıyordu ama bu da yetersiz gelecek ve bir darbe ile İttihat ve Terakki iş başına gelecekti.






Trablusgarp Savaşları, Balkan Savaşları ve Dünya savaşı...

Sonrası malum. Ve biz bu süreci daha evvel yazılarımızla inceledik.





İşte bu süreçte; yani 1919 yılına kadar Mustafa Kemal’in hayatında Suriye, Trablusgarp, Balkan Savaşları, Çanakkale gibi maceralar var.

Çocukluğunu yazmak gereksiz olacaktır. Ancak 2 hususu hatırlatmakta fayda var.

Mustafa Kemal ve Din -1-

Biz Mustafa Kemal’in Dine bakış açısına etki eden faktörlere yazılarımız boyunca kısa kısa değineceğiz.

Bir çocuğun kişiliği 0-8 yaş arasında şekillenir. Psikolojide genel kanı bu yöndedir. Halk dilinde ise ..... ‘Ağaç yaşken eğilir’ diye bir atasözümüz var. Olaya bu açıdan bakarsak çocukluk yıllarında Mustafa Kemal’in Dine bakış açısının aşağı yukarı şekillenmiş olabileceğini söylemek lazım. Tabi bunun için hem aile terbiyesi, hem de eğitim gereklidir.

O dönem koşullarında, özellikle balkanlarda, çocuklar için az seçenek vardı. Bu seçeneklerden birisi , derme çatma ve hiçbiri devlete ait olmayan, sarıklı ve çoğu cahil hocalar tarafından idare edilen mahalle mektepleri.




Şunu hatırlatmak önemli; Osmanlı’da o dönem okuma yazma oranı erkeklerde bile %4-5 civarında. Kadınlarda ise çok daha az. Hem Devlet’in eğitim politikası eksikliği(yok demek daha doğru), hem de halkın içinde bulunduğu karmaşık durum. Nedir o durum?

Osmanlıca ve hele ağdalı Osmanlıca Saray ve yakın çevrelerinde konuşma ve yazma dili sayılabilirdi. Ama köyler ve kırsallar en nihayetinde Türkçe konuşuyorlardı. Eğitim olanağı da az olduğuna göre, Türkçe konuşan insanlar Osmanlıca dışında, Dinlerini anlayabilmek için bir de Arapça öğrenmek zorundalardı. Bu da haliyle mümkün olmuyordu.

Bu durumda Din, biraz Arapça bilen insanların eline kalıyordu. Hatta bazı Şeyh geçinenlerin okuma-yazma bilmediği bile ortaya çıkmıştır. Bunları göreceğiz.

Dinini kendi dilinden öğrenme hakkı olmayan halk ise, o mahallede kim hoca ise onun söylediklerinden öğreniyordu dinini. O ne derse inanıyordu haliyle, çünkü kendisi Kuran okuyamıyordu. Bu mahalle Hocalarının yeterliliği ise muamma idi. Çünkü daha evvel yazdığımız gibi bir Devlet kontrolü yoktu. Mahallede en çok dua bilen misal, Hoca olup Mektep açardı.

Hocaların kendi bilgisine göre şekillendirdikleri kurallar, maalesef Din olarak kabul görüyordu. Zaten hurafeler bu yolla çoğaldı ve İslam Dini, aslına hiç uygun olmayan şekiller almaya başladı.

Zubeyde Hanım dindar bir kadındı. Hatta okuma bildiği için ona yaşlandığı dönemlerde Zübeyde Molla diyenler bile olmuştur. (Ş.S.Aydemir. Tek Adam Cilt 1. S.44) Düşünün okuma yazma oranı o kadar düşük ki; okuma bilen büyük insan sayılıyor o dönem.






Zübeyde Hanım oğlunun mahalle Mektebine gitmesini istedi. Fakat babası Ali Rıza Bey onu yeni açılan Şemsi Efendi Mektebine göndermek istiyordu. Sonuçta babasının isteği oldu. Mustafa Kemal’in bu Mektep ile ilgili tek kötü anısı, Sarıklı bir Hoca olan Çopur Hafız Emin Efendi ile yaşadığı sıkıntıdır.

Daha sonra Ali Rıza Efendinin ölümüyle, yerleri değişti. Selanik Mülkiye Rüştiyesine kaydoldu. Ancak bir arkadaşı ile dalaştığı için, bu sefer Kaymak Hafız isimli bir Hoca onu; kendi anılarında belirttiği üzere kanı akacak derecede dövdü.

Bu olaydan sonra bu okula bir daha gitmedi. Medrese seçeneği kalktıktan sonra, artık önünde 2 yol vardı. Ya Mülkiyeli (İdareci-Kaymakam vesaire olunuyordu) ya da Askeri Rüşdiye. Annesinin karşı olmasına rağmen, o dönem çok istediği askeriyeye kaydoldu.

Bu kısa hikayeden anlatmak istediğimiz;

 1-Mustafa Kemal’in dine bakış açısında, o 2 Sarıklı hocanın yaptığı eziyetler, hele o yaşta bir çocuk için bilinçaltında kötü bir etki bırakmıştır muhakkak. Dini ehli olmayan ve cahil hocalardan gören çocuklar için, bizim anladığımız manada Dindar olma şansı azalıyordu haliyle. Ancak şunu da göreceğiz ki; annesi sayesinde Kuran-ı Kerim dinlemeyi çok severdi. Bunu belgeleri ile göreceğiz ileride.

2-Osmanlı’da okuma yazma durumu ve haliyle Dinin birilerinin tekelinde ve hatta şahısların kontrolden mahrum düzeylerinde kalması çok sıkıntı olmuştur. Türk halkı ise, şimdi ki gibi; Allah mevzu bahis olduğunda saflık derecesinde teslimiyetçidir. Hoca dediğinde, veya birinin Allah dediğini duyduğunda hemen teslim olur. Çünkü manen inanma eğilimindedir; hocanın kapasitesini bilmeden. Zaten bilmesine de imkan yok; okuma yazması olmadığı ve sağlıklı ve Devlet eliyle yürütülen bir Eğitim kurumu bulunmadığı için.

Bu konulara değineceğiz.

Biz gelelim Mustafa Kemal’in tarih sahnesine çıkmaya başladığı yıllara.

………………

Bir Baskın Hikayesi

Mustafa Kemal Kurmaylık sınavını da kazanmış ve mezun olmuştur. Artık tayin yerlerini beklemektedirler. O ve arkadaşları kiraladıkları bir apartmanda kalmaktadırlar. Tabi genç subaylar arasında milliyetçi hareketlenmeler ve konuşmalar geçmektedir. İlerisi için büyük planlar yapan bu gençler (M.Kemal 24 yaşında) aralarına sızan Fethi adında, Askeri Mektepler Müfettişi İsmail Paşanın adamı tarafından ispiyon edilir.









Derhal sorgulamalar başlar. Hatta o ara Abdulhamid Han’ın sarayında bile sorgu yapılır. Çünkü bir başka dava daha vardır (Abdulhamid’e suikast) ve alakaları olup olmadığı anlaşılmak istenmiştir.

Sonuçta büyük davalardan beraat ederler. Bir tutuklama olmaz. Ama milliyetçi örgütleşme eğilimleri yüzünden ceza olarak 1. ve 2. Ordulara değil Suriye’ye tayin edilirler. İlk görev yeri Suriye’dir.

Suriye

5. Ordu emrine verilen genç subay Mustafa Kemal, o dönem hemen her genç subay gibi Hürriyetçi akımlardan etkilenmiştir bir kere. Ve Suriye’de 3 kişi ‘Vatan ve Hürriyet’ cemiyetini kurarlar. Selanik’te bir şubesi de açılan bu Cemiyet, daha sonra İttihat ve Terakki döneminde kapatılır.

Şimdi Gayrı Resmi Tarihçilerden birisine değinelim:

-‘M. Kemal için ‘Vatan ve Hürriyet Partisi’ kurmuş deniliyor. Ben bar bar bağırıyorum ne zaman kurmuş diye?...Vatan ve Hürriyet partisinin tümüyle bir hayal olması ihtimali çok yüksek görünüyor; ilk kez 1937 yılında ortaya atılıyor. Ortaya atan Kemal Paşadır…’ Y. Küçük (T.Ü. Tezler 5, s.47)

Bir kere bar bar bağırmadan evvel kendi yazdığını düzeltmeli: Zaten böyle bir Parti yok evet. Böyle bir Partiden söz eden de yok. Vatan ve Hürriyet CEMİYETİ olacak.

Ayrıca bu konuyu ilk yazanlar 1937’den çok çok önce. Türklerden önce, araştırınca Hollanda’dan bile bulanlara değinelim ki; burada yaşayanların çapını görebilelim;

Hollandalı araştırmacı Eric Zan Zürcher’in Milli Mücadelede İttihatçılık kitabı s.71 ‘den aktarıyorum:

-‘M. Kemal’in Suriye’de gizli bir örgütün üyesi olduğunu ve bu örgütün daha sonra Selanik’te bir şubesini kurduğunu doğrulayan 2 bağımsız kaynak var: İlk kaynak, M. Kemal’in ünlü olmasından çok önce, 1913’te Alman Generali İmmhof tarafından yazılmış bir makaledir. İkinci Kaynak: 1912’de Selanik’te basılmış, Faik Reşit Unat’ın bulduğu bir ders kitabıdır.’









Bu konuda ayrıca 10 Ocak 1922 günlü ve 1468 sayılı Vakit gazetesinde yazı yayımlanmıştır. Yine bizden ‘ A.F. Cebesoy, Sınıf Arkadaşım Atatürk, s.90’ ‘H. Sami Kızıldoğan, Vatan ve Hürriyet’ gibi kitaplara da bakmak yeterli.

Demek ki niyeti öğrenmek olan Hollanda’dan bile öğreniyor ama niyeti belli olana davul zurna da az….

Mustafa Kemal’e, Cemiyet isminin neden ‘Vatan ve Hürriyet’ olduğunu sorduklarında verdiği cevap:

-‘ Ancak hür fikirli insanlardır ki vatanlarına faydalı olabilirler. Onlardır ki vatanlarını kurtarıp muhafaza etmek kudretine malik olurlar.’

………………

Suriye’den Firar

Mustafa Kemal, anılarında anlattığına göre 4 ay süren bu firarında, ‘Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’ nin Selanik ve Makedonya’ya şubelerini açmak maksadını yerine getirmiş sayılır. Annesine de uğramıştır.

Selanik’te Yüzbaşı Hakkı Baha Beyin Çınar mahallesindeki evinde, Ömer Naci, Hüsrev, Hoca Mahir ve Bursalı Tahir Beylerin olduğu bir toplantıda; tabancayı öpüp, Mukaddes kitap üzerine yemin ederek ‘Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’nin bir nüvesini kurdular. Daha sonra Suriye’ye döndü ve hakkındaki tahkikat durduruldu.

Selanik’e Tayin

13 Ekim 1907 yılında Selanik’te bulunan Üçüncü Ordu Kurmay Heyetine tayin oldu. Artık memleketinde idi.

Burada İttihat ve Terakki üyesi oldu. Kendi çevresi ve girişken yapısı ile yine İttihat ve Terakki üyesi olan ve başarıları ile sivrilen Enver Bey’in dikkatini çekiyordu. Daha muhafazakar olan Enver, Mustafa Kemal’in alkollü ortamlarda çevresine çektiği nutuklardan ve etrafının kalabalıklaşmasından hoşlanmıyordu. Aralarındaki ilk soğukluk burada başladı denilebilir. Bir taraftan aynı ideal için aynı mesleklerde koşturan 2 insan, diğer taraftan birbirini gelecek adına rakip görmeye başlıyordu.

Daha sonra 1908 ihtilali gelecek ve ihtilal sonrası ilk Genel Kurul’da Mustafa Kemal, ‘askerlerin siyasetten çekilmesi gerektiğini, siyasete gireceklerin de askerlikten istifa etmesi gerektiğini’ hararetle savunacak ancak Kazım Karabekir dışında pek destek bulamayacaktır. Sonrasında istifa ederek siyasetten tamamen ayrılacak ve Cumhuriyete kadar artık sadece askerlik görevini yapacaktır.








Enver Paşa ise Devleti yönetecektir.

Kısaca denilebilir ki; ne Enver Mustafa Kemal’e, ne Mustafa Kemal Enver’e ısınabilmiştir. İkisi de dönem dönem birbirini kıskanmış ve 2 zıt kutup olmuşlardır.

Zaten Vahidettin yazılarımızda gördüğümüz gibi; Mustafa Kemal’in bu İttihat karşıtlığı, hem Sultan’ın hem de İtilaf Devletlerinin ona bir yere kadar güvenmesini sağlayacak ve bu durum onun Milli Mücadele’de işini kolaylaştıracaktır.

……………………………….

Hareket Ordusu ve 31 Mart Vakası

Daha evvel yazılarımızda değindiğimiz bu olay esnasında, İstanbul’a hareket eden Ordu’nun Selanik Redif Fırkası Kumandanı Hüsnü Paşa’nın Kurmay heyetine katılan Mustafa Kemal, bu hareketin başlayacağını duyduğu sırada Berlin’de Ateşemiliter olan ve İttihat ve Terakki'nin sevilen siması olan Enver Bey’in müdahalesi ile görevini Enver Bey’e kaptıracaktır.

Enver ile Mustafa Kemal’in arası artık iyice kopmuştur. İstanbul’a kadar gelen Mustafa Kemal, Enver Bey’in yetişmesi ile görevi devredecektir.







Bu olayla ilgili, Gayr-ı Resmi Tarihçilerden birinin, kendi kitabında kendini nasıl çürüttüğünü görelim. Bu olay, kitabı bir yandan yazarken bir yandan araştırdıkça yeni belgelere ulaşan bir şaşkının, konuyu bilmeden kitap yazma hastalığını gösteriyor.

-‘Gerekçelerimden birincisi, M. Kemal’in Çatalca’ya geldiğine dair bir işaretin olmadığı…’ (Y. Küçük, T.Ü. Tezler 5, s.36)

-‘Kemal…İstanbul’a yürüyüşün dışında kalarak, düzen ile bağlarını sürdürüyor.’ (s.63)

-‘Bir kaynakta Çatalca’da harekat orduları düzenini bulabildim; burada Tümen Kurmay Başkanı olarak Yüzbaşı M. Kemal var.’ (s.247)

-‘Çatalca’da kaldığı anlaşılıyor.’ (s.247)

-‘Bakırköy’e kadar geldiği anlaşılıyor.’ (s.302)

Bu insanlar tarih yazıyor arkadaşlar. Yine bu Y. Küçük’ün kendi çalıp kendi oynadığı bir iddiası var. Diyor ki;

-‘M. Kemal Hareket Ordusu Komutanı değildir!’ (s.255)

Acaba kim dedi böyle bir şeyi? Kimse….Zaten olmayan bir şeyi yazıp, kendi kendilerine uydurdukları yalanı çürütüyorlar…..Zaten bir Yüzbaşı nasıl Ordu komutanı olsun, bunu kim iddia eder?

Çoğu okuyucuyu sıktığını bilmeme rağmen, olur da inanan arkadaşlar vardır diye, Gayr-ı Resmi Tarihçilerin en temel iddialarından birisini daha bu vesileyle çürütelim:

Belge ve bilgilerin saklandığı yalanı!

-‘Yetmiş yıldır kat kat kilitli bodrumlarda gizlenmiş belgeler…’ (Ankara İstiklal Mahkemesi Zabıtları, Hasan Mezarcı’nın önsözü)

-‘Bir kısım Meclis zabıtları, İstiklal Mahkemesi dosyaları gibi çok mühim tarihi malzeme hala gözlerden uzak tutulmaktadır. Vesikalardan bir kısmı hala saklanmakta, araştırmacılardan gizlenmektedir.’ (V.Vakkasoğlu, a.g.e.1.C., s.7)

-‘Yakın tarihimizde cereyan eden bir yığın mühim hadiselerin perde arkası, iç yüzü, gerçek mahiyeti ortaya konulamamış, sağlıklı değerlendirmesi yapılamamıştır. Bunun da temel sebebi, başta Çankaya ve Genelkurmay Başkanlığı arşivi olmak üzere yakın tarihin belgelerini bağrında saklayan arşivlerin sivil araştırmacılara kapalı oluşu..’ (Gayr-ı Resmi Yakın Tarih Ansiklopedisi, 1.C. Takdim yazısı)

-‘Tarihi ile bu kadar çok övünen devlet, savaş tarihi arşivlerini, resmi tarihçilerin dışında hiç kimseye açmıyor..’ (Yalçın Küçük, Türkiye Üzerine Tezler 2, s.634)

Cevabı hemen verelim. Belirli bir dönem saklanması Uluslararası antlaşmalara tabi olan arşivlerimiz ne zaman açılmış? Hem bu fırsatla Arşivlerimizi ve durumlarını da öğrenelim:

-TBMM Arşivi:


1-İstiklal Mahkemeleri ile ilgili tüm dosyalar 1973 yılından beri açıktır.

Bu belgeleri yazanlar arasında Prof. Dr. Ergün Aybars (İstiklal Mahkemeleri –Bilgi Y. Ankara. 1. Baskı 1975),  Ahmet Nedim ( Ankara İstiklal Mahkemesi Zabıtları, İşaret Y. İstanbul. 1993), Uğur Mumcu (Kürt İslam Ayaklanması - 1991) gibi isimleri örnek verebiliriz.

2- TBMM Gizli Celse Zabıtları 1980 yılında tamamen açılmış ve ilgili belgeler defalarca yayımlanmıştır.

 

-Genelkurmay Başkanlığı Askeri Tarih ve Stratejik Etüdler (ATESE) Arşivi:

Bu arşivde 7 milyona yakın askeri belge (Osmanlı Dönemine ait olanlarla birlikte), ayrıca Atatürk’ün ölümünden 25 yıl sonra açılmak üzere Ziraat Bankası kasalarında korunup 1964 yılında Genelkurmay’a teslim edilen –Atatürk’ün özel mektupları ile özel not defterinden oluşan- Atatürk özel arşivi ile Cumhurbaşkanlığı arşivinin kopyası bulunmaktadır.

1-Bu arşive dayanan Kurtuluş Savaşının askeri tarihi 16 cilt olarak yayımlanmıştır.

Misal bu arşivden yararlanarak yazılan kitaplara örnekler:

Doç. Dr. İsmail Özçelik - Milli Mücadelede Günay Cephesi – Kültür Bk. Y. 1992

Dr. Bülent Çukurova – Kurtuluş Savaşında Haberalma ve Yeraltı Çalışmaları – Ardıç Y. 1994

Mesut Aydın – M. M. Döneminde TBMM Hükümeti Tarafından İstanbul’da Kurulan Gizli Gruplar ve Faaliyetleri – Boğaziçi Y. 1992

2- ATESE’nin başvuru kitaplığında, Kurtuluş Savaşı ile ilgili Yunanca, İtalyanca ve Fransızca v.b. kitapların çevirileri ile yayımlanmamış çeşitli anılar, tümen ve alay tarihçeleri, harp cerideleri bulunuyor.

ATESE araştırma kitaplığından herkes yararlanabilmektedir.

3-Atatürk’ün özel arşivindeki mektuplar ve defterlerindeki notlar, üç kitap halinde (1981) ve geri kalanları ise 75,77,79,80 ve 82 sayılı Askeri Tarih Belgeleri Dergisinde yayımlanmıştır.

Atatürk özel arşivi de araştırmacılara açıktır.

 

-Cumhurbaşkanlığı Arşivi

Bu arşiv hep açık kalmış, bir ara bilgisayara geçmek amacıyla tadilata girmiş (1991) sonra yine açılmıştır. Ayrıca bu arşivin bir kopyası ATESE’de, yine bir kopyası da Türk Tarih Kurumunda  vardır.

Bu arşivden faydalanılarak yazılan birkaç eser:

Uluğ Iğdemir (Sivas Kongresi Tutanakları, TTK Y. 1969)

Prof. Dr. Bç Sıtkı Baykal (Heyet-i Temsiliye Kararları, 1974)

Doç. Dr. Mim Kemal Öke (Güney Asya Müslümanlarının İstiklal Davası ve Türk Milli Mücadelesi, 1988)

Lord Kinross (Atatürk-Bir Milletin Yeniden Doğuşu, Sander Y. 1966)

Görüldüğü gibi yabancı yazarlar bile faydalanıyor ama gayr-ı resmicilere göre kat kat kilitli bodrumlarda….

-Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü ve Türk Tarih Kurumu Arşivleri:

Bunlar da araştırmacılara açık.

Bu arşivde bulunan belgelerden yararlanılarak yazılan misal Dr. Sıtkı Aydınel’in ‘Güney Batı Anadolu’da Kuva-yı Milliye Harekatı’ gibi kitaplar yayımlanmış olmakla birlikte, Harp Tarihi Vesikaları, Askeri Bülten, Tarih Vesikaları, Belleten, Atatürk Araştırmaları Merkezi dergisi ile Belgelerle Türk Tarihi ve Türk Kültürü gibi dergilerde bu arşivde bulunan belgeler yayımlanıyor.

Dışişleri arşivinde bulunan kurtuluş savaşı ve Atatürk dönemine ilişkin temel belgelerin 1. Cildi 1981, 2. Cildi 1982’de, Başbakanlık arşivinde bulunan belgeler 1982’de, Lozan Kurulu ile Ankara arasındaki tüm yazışmalar ise 1990 ve 1994’te yayımlandı.

Atatürk’ün Milli dış Politikası, 2 Cilt Kültür Bakanlığı Y., Ankara 1981/1982

Atatürk’le İlgili Arşiv Belgeleri (1911-1921), Başbakanlık Y. 1982

B.N. Şimşir, Lozan Telgrafları, 2 Cilt, 1990/1994

Tüm arşivlerin durumunu gördük. Özetle; Meclis Zabıtları 1920’den beri, Gizli Celse Zabıtları 1980’de eksiksiz olarak, İstiklal Mahkemeleri dosyaları en az 40 yıldır açık. Çankaya, ATESE, TİTE, TTK, Osmanlı Arşivi gibi arşivlerden bir çok yazar yararlanıyor. Durum bu!

Şimdi bir insanın ya çalışkan ya da durumu idare etmesi için zeki olması gerekir.  Bunlarda ikisi de yok. Birisi yasak demiş, bunlar ne fikir yürütebilmiş ne de gidip kendileri kontrol etmiş. Oturup ezbere yazarak, ‘yazar’ olmuşlar. İşin bizi ilgilendiren kısmı ise, bunları hakikaten ‘yazar’ sanan insanlarımız var.

Bir de misal İngiliz Belgelerinin yayımlanmamasından şikayet edenler vardı.  A. Dilipak’a Vahideddin yazımızda, İngiliz belgeleri ile cevap vermiştik. Artık bu konuyu kapatıyoruz.

Dönelim mevzumuza…

Trablusgarp Savaşı

1 Ekim 1911’de Mustafa Kemal ve bir çok subay Trablusgarp’a gittiler. Enver Bey’de burada idi. Türk subayları, kısıtlı imkan ve çok çetin şartlarda başarılı savaşlar çıkardı. Mağlup olunmamasına rağmen, Balkan savaşlarının patlak vermesiyle hepsi geri çağırıldı. Çoğu subay ağlayarak görevini bırakmak zorunda kaldı.











Ancak Enver Bey de dahil, Mustafa Kemal ve diğer subaylarımız o kadar iyi örgütlenmişlerdir ki; Türk subaylar döndükten sonra bile, örgütledikleri yerli halk İtalyanlara uzun süre direnmişlerdir.



Balkan Savaşları

Balkan savaşları, Osmanlı tarihinin en gurur kırıcı yenilgilerinden birisi, hatta kimilerine göre en büyüğüdür. Savaşlara genel manada baktığımızda, sayı-silah ve teçhizat açısından düşman kuvvetleri bizden kat be kat üstündüler. Ancak insanların içine sinmeyen nokta, tarihte olmadığı kadar bir bozgun ve bezginlik olmuş, bir çok cephe savaşmadan terkedilmiştir.

Osmanlı ordusunun artık yıprandığı bu süreçte, Enver Paşa’nın en kıymetli işlerinden birisi, bu yenilgiden sonra Ordu’nun yönetim kademesini tamamen değiştirmesi, yaşlı generalleri emekli edip, genç subaylara mevki ve sorumluluk vererek; orduya kısa sürede bir hız ve inanç aşılayabilmesidir.

Nitekim bunun sonucunda; Balkan savaşında bozguna uğrayan ordunun yerini, kısa sürede 1. Dünya savaşında bir çok cephede başarılı olan yeni bir Ordu alabilmiştir.

Bunlara değineceğiz ama Balkan savaşını kısaca verelim:

9 Ekim 1912’de önce Karadağ Osmanlı’ya harp ilan etti. Ardından 13 Ekim’de diğer Balkan Devletleri verdikleri notalarla harbi tacil ettiler.

Osmanlı Rumeli’si strateji bakımından savunulması güç bir coğrafi durumda idi. Nitekim savaşın başında kuvvetlerimiz ikiye bölündüler. Garp ordusu 23-24 Ekim’de Komanova’da Sırplara yenildi. Manastır’a çekildi.

8 Kasım’da Yunan ordusu Selanik’e girdi. Yunan donanması son Osmanlı adalarını ele geçirdi. Ege Denizi ile bağlantı kesildi.





Doğu Trakya ordusuda, ilk taarruz karşısında Bulgarlara yenildi. Vize-Burgaz üzerine çekildi. 29 Ekim’de Lüleburgaz muharebesinde bir daha yenildi. Çatalca’ya çekilmek zorunda kaldı. Bu bozgun sahası ortasında sadece İşkodra kalesi Karadağlılara, Yanya Yunanlılara, Edirne Bulgarlara karşı dayanıyordu.

İşte bu karışıklıklar içinde, adına ‘Büyük Kabine’ denilen Ahmet Muhtar Paşa kabinesi çekildi. Padişah Sultan Reşad idi.

Çatalca hattında tutunan Osmanlı Ordusu, barış imzaladı. Bir çok toprak kaybedildi.

Daha sonra 2. Balkan savaşı patlak verdi ve bu süreç Edirne’nin geri alınışı ile sonuçlandıysa da; toprak kaybımız 167.312 km2 oldu.

Olayların geniş detayı Sultan Reşad yazımızda var olduğundan kısaca özetimizi burada keselim. Bu savaşta Mustafa Kemal’in görevine değinelim.

Mustafa Kemal o esnada Gelibolu’daki Mürettep Kolordu’nun kadrosundadır. Kolordunun Kurmay Başkanı Bnb. Ali Fethi (Okyar), Harekat Şube Müdürü ise Bnb. Mustafa Kemal’dir.

Balkan savaşlarında yenilmiş olmamızın rolünü neredeyse bir binbaşıya yüklemeye çalışanlara bir göz atalım:

-‘M. Kemal, Balkan Harbi gibi erken bir devrede, Şarköy çıkarması sırasında uğradığı bozgun ve sebep olduğu büyük kayıp (22.000 kişi) yüzünden Başkumandan Vekili ve Harbiye Nazırı Enver Paşa tarafından Sofya’ya sürgün edilmiştir.’’ (Kadir Mısıroğlu, Hilafet, s.142)

Bir tek cümlede bir çok yanlış yapmayı herkes başaramaz. 

1-Bahsi geçen yenilgi 8 Şubat 1913 yılında olmuştur. Enver Paşa ise Ocak 1914 yılında Harbiye Nazırı ve Paşa olacaktır. (Fahrettin Altay, On Yıl Savaş ve Sonrası, s.81)

2-Mustafa Kemal bu yenilgiden sonra Sofya’ya tayin edilmemiş, aksine 1. Mürettep Kolordunun Kurmay Başkanlığına getirilmiştir. (22.07.1913) (C. Erikan, Komutan Atatürk, s.108) (İsmet Görgülü, On Yıllık Harbin Kadrosu, s.35) Sofya’ya tayini bundan 6 ay sonra Ekim 1913’te gerçekleşir. Bu tayin meselesinde bir çok fikir yürütülür. İttihat ve Terakki karşıtlığı da bu iddialar arasındadır. Ama söz konusu savaştan çok sonraki olaylardır bunlar. Suçlu onu görseler terfi ettirilir miydi?

3-Kaldıki Mustafa Kemal bahsi geçen Mürettep Kolordu’nun ne komutanı ne Kurmay Başkanıdır. Kurmay Başkanı Ali Fethi (Okyar) dır. Mustafa Kemal ise Binbaşı rütbesinde ve Harekat Şube Müdürüdür. Ordunun, hatta Kolordunun mağlubiyetine bir binbaşı sebep olabilir mi?

Emri veren Ordu komutanı, Emri alan Kolordu komutanı, Tümen Komutanları, Kurmay Başkanı dururken, Şube Müdürü mü yönetti harekatı acaba?

 Kaldı ki bu bozgunla ilgili detaylara ve tartışmalara girmiyorum; orada diğer Kolordu’nun geç geldiği de iddia ediliyor. Yani suçlananlar arasında 10. Kolordu komutanı da var. Ama bütün kabahat Şube Müdürünün. Vay anasını….

4-Zaiyatı abartmakta K. Mısıroğlu, A. Dilipak ile yarışıyor neredeyse. Hatırlarsak daha önceki yazıda A. Dilipak 1. Dünya savaşında 371 milyon asker öldü demişti. Savaşa katılan toplam asker sayısı 70 milyon iken. Burada da Mısıroğlu 22.000 kişi kaybedildiğinden bahsediyor. Gerçek Zaiyat:

Şehit: 15 Subay, 867 Er

Yaralı: 41 Subay, 1801 Er

Kayıp: 55 Er

Yaralı-Kayıp-Şehit hepsini toplarsak bile 2679 kişi eder.(Kur. Yüz. Hüsnu ersu, s.143)

22.000 nere 2679 nere? Niye illa 10 katı?

Amaç Mustafa Kemal’in asker yanını da kirletmek. Ama olmuyor.

Sofya Günleri

Mustafa Kemal; Çanakkale Savaşı patlak verince, görev isteyip döndüğü süreye kadar Sofya Ataşemiliterliği yapmıştır. Bu konuda 2 husus var. Savaş çıkar çıkmaz hemen, hem de hasmı Enver Paşa’ya yazı ile başvurarak, savaşa katılmak için ısrarcı olması hiç kaleme alınmazken, bakın A. Dilipak neleri saçmalıyor:

-‘M. Kemal Sofya’da iken bir de kendisine Fransız sevgili bulmuştu. Gelişmeleri sık sık Madam Corinne’e yazıyordu.’ (Cumhuriyete Giden Yol, s.16)

Aman ne önemli. İşin komik yanı A. Dilipak aynı sayfada Madamme Corinne’nin İtalyan olduğunu, biraz daha aşağıda İstanbul’da yaşadığını falan yazıyor. Ne demeli…

Sofya’da iken burada kendisine bulduğu Fransız Corinne, meğer İstanbul’da yaşayan bir İtalyanmış. Mustafa Kemal de artık Çanakkale’den nereye yazıyorsa….

Allah A. Dilipak’ın yakınlarına sabır versin…

………………

 

ÇANAKKALE GEÇİLMEZ





1. Dünya harbini düşününce içim yanıyor. Hem de birkaç sebepten; Hem ne gerek vardı diyorum bu savaşa ve bunca kayıba, hem de bir çok cephede yenilmemişken, yenik sayılmak zoruna gidiyor insanın.

Biz burada Çanakkale Savaşına sayfalar yazsak yetmez. Ama esas gayemizi hatırlıyor ve özetleyerek geçiyoruz. Ama öneri olarak; bu konuda en akıcı ve detaylı kitap Turgut Özakman’ın Çanakkale kitabıdır.

Savaşın Kısa Bir Özeti:

19.02.1915-17.03.1915

İngiliz-Fransız Birleşik Filo, Çanakkale Boğazı girişindeki ve orta kesimdeki tabyaları tahribe çalışır. Bu süre içinde Boğaz’ı ve Bolayır’ı, 14’ü gündüz, 21’i gece olmak üzere bombalayacaktır. Mayın arama ve tarama etkinliği kesintisiz sürdürülür. Ruslar’da İstanbul Boğazı’na çıkarma için hazırlık yaparlar. İngiliz kara birlikleri Mondros adasında toplanmaya başlar. Birleşik Filo Komutanlığına Amiral de Robeck, Kara Kuvvetleri Başkomutanlığına Orgeneral İan Hamilton atanır.

18 Mart günü Boğaz’ın donanma ile zorlanmasına karar verilir. Ama Nusret mayın gemisi, 8 Mart sabaha karşı, Karanlık Liman kesimine gizlice 26 mayın bırakacak ve yakalanmadan geri dönecektir.







18 Mart 1915 (Deniz Savaşı)







 

Sabah, savaş planına göre üç sıra olarak dizilmiş gemiler (15 İngiliz, 4 Fransız Zırhlısı, 3 Kruvazör, birçok yardımcı savaş gemisi, torpidobot ve mayın arama-tarama gemisi) Çanakkale Boğaz’ını zorlayıp Marmara’ya geçmek üzere ilerlemeye başlarlar. Yedi saat sonra Birleşik Filo geri çekilir; Çünkü Boğaz’ın mayınlardan temizlenmiş olduğunu sanan 16 savaş gemisinden 3’ü, Nusret’in bıraktığı mayınlara çarparak batmış, 3’ü topçu ateşi ve mayın dolayısıyla ağır yara almış, 3 torpidobotta sulara gömülmüş, kuvvetinin üçte birini yitirmiştir. Tarafların insan kayıpları:

Türk tarafı 97 şehit ve yaralı

İngiliz ve Fransızlar 800 ölü.

24 Mart 1915

Çanakkale’nin savunulması için 5. Türk Ordusu kurulur ve Mareşal Liman von Sanders, 5. Ordu Komutanlığına atanır.

27 Mart 1915








İngiliz Savaş Komitesi, Çanakkale’nin aşılması için deniz ve kara kuvvetlerinin birlikte hareket etmelerine karar verir. Hazırlıklara başlanır.

25 Nisan 1915





Gün doğmadan, 308 savaş ve nakliye gemisi ve çıkarma aracıyla Boğaz’ın Asya yakasına ve Gelibolu’nun çeşitli kesimlerine çıkarma başlar.

Birleşik Filonun çok güçlü ateş desteği altındaki Müttefik kara kuvvetleri ile Türk birlikleri arasındaki savaş 25 Nisan 1915’ten 1916 yılının başına kadar, sekiz buçuk ay sürecektir. İstanbul yolunu açamayan Müttefik kuvvetleri, 19/20 Aralık 1915’te Arıburnu, 8/9 Ocak 1916’da Seddül-bahir kesimini boşaltarak çekilirler.

Birleşik Filo bu süre içinde , Goliath, Triumph ve Majestic savaş gemileri ile birçok nakliye gemisi kaybedecektir.

Özetin kaynakları: (Çanakkale Cephesi,1,2, ve 3. Kitaplar) (Mufassal Osmanlı Tarihi, 6.C.) (Hikmet Bayur, Türk İnkilap Tarihi, 3.C., 2. Kısım) (İan Hamilton, Gelibolu Günlüğü) (Alan Moorehead, Gallipoli/Çanakkale Geçilmez) (Tuğg.C.F.Aspinall Oglander, İngilizlerin Gelibolu Seferinin Resmi Tarihi) (BTT Dergisi, Sayı 13/Mart 1986) (Özet: Turgut Özakman, Vahidettin, Mustafa Kemal ve Milli Mücadele, s.94-95)

........................

Türkler’in Genel Kaybı:

Şehit Sayısı: 57.084, Hastane’de kaybedilen 18.746, Toplam Şehit : 75.830 kişi.

Şehit-Yaralı-Hasta-Esir birlikte Genel Kayıp: 213.882 (Çanakkale Cephesi, 3. Kitap, s.500)

Müttefiklerin Genel Kaybı: 252.000  (Alan Moorhead, s.475) (Çanakkale Cephesi, 3. Kitap, s.499)

…………………………..

Şimdi bu konudaki birkaç zırvalığa cevap vermemiz gerekir. Tekrar belirtiyorum ki; ‘Turgut Özakman- Vahidettin, Mustafa Kemal ve Milli Mücadele’ kitabı, bu yalan tarihçilere bir çok cevabı içermektedir. Biz burada birkaç tanesi ile yetineceğiz:

-‘250.000 kişi öldükten sonra, İstanbul yine işgal edildi. Böyle ters sonuçlu zafer nerede görülmüştür? Adına Çanakkale zaferi dediğimiz şey, zafer falan değildir.’ (Çetin Altan-Aktüel Dergisi 18 Mart 1992 günlü 36. Sayısı)

Öncelikle Çanakkale başlığımızın altında biz de Harbi kaybetmekten yakındık. Ancak Harp ve Muharebe farklı manalardadır. Harp; bir çok muharebeden oluşur. Nitekim birçok muharebeden bazısını kaybeder, bazısını kazanırsınız. En nihai sonuç ise Harbin sonucudur. Misal Çanakkale Muharebesini kazandık ama misal Suriye’de kaybettik. Harbin sonucunu; hem bütün muharebelerimiz, hem de beraber savaşa katıldığımız diğer devletlerin muharebelerinin toplam sonucu belirler. Harbi kaybetmiş olmak, kazanılan muharebeleri bir bakıma etkisiz kılsa da, zaferler yenilgi diye anılamaz. Misal Yunanlılar da Kütahya’da kazanmış ama Büyük Taarruz ile kaybetmişlerdir. Ama tarih onların kazandıklarını da, kaybettiklerini de yazar. Bu herkes için geçerlidir. Harbi kaybetmemiz, Çanakkale’de destan yazan onca şehidimizin başarısını unutturamaz. Bunda bir saatten sonra art niyet ararım.

Nitekim Çetin Altan bu konuda bilirkişi iddiasıyla yazmış ama 250.000 kişi öldü diyor. Tekrar edelim; hastanede kaybettiklerimiz ile birlikte Toplam Şehit: 75.830 kişi…

….

Hani Gayr-ı Resmicilerin bir taktiği vardı. Zaten kimsenin söylemediği bir şeyi, kendi kendilerine birileri söylemiş gibi gösterip, uydurdukları yalanı doğrulamaya çalışmaları;

-‘Emperyalist donanmanın 18 Mart 1915 tarihinde durdurulmasında Kemal’in hiçbir rolü bulunmuyor.’ (Y. Küçük, T.Ü. Tezler 5, s.64-66)

Bu insana Allah akıl versin. Deniz savaşını Mustafa Kemal kazandı diyen var mı acaba? Kendi atıyor, kendi tutuyor.

Diğerlerine de bakalım biraz gülümsemek için:

-‘Belki şaşıracaksınız ama M. Kemal Paşa, 18 Marttaki savaşta (Deniz savaşını kastediyor) kendisinin pek fazla rolü olmadığını yine kendi söylüyor. Ruşen Eşref’e şunları söylüyor M. Kemal: ‘Bu tamamen bir deniz harekatıdır. Kıyı savunması Cafer Paşa Hazretlerinin emri altında bulunuyordu.’  Sefa Kaplan- Aktüel Yazarı

Gerçekten çok şaşırdım!

Yalnız Sefa Kaplan aktardığı anıyı bile yanlış aktarıyor. Doğrusu şu şekilde:

-‘Benim bu harekatla alakam, dolayısıyladır. Yalnız 18 Mart günü sabahı Cevat Paşa Hazretleri, Maydos’ta bulunan karargahıma geldi. Kendisine Sedülbahir sahil mıntıkasındaki tertibatı göstermek üzere beraber Kirte’ye gittik.’ (Ruşen Eşref, M. Kemal ile Mülakat, s.15)

Y. Küçük ise, bu kısa anıya bile kitabında bilip bilmeden itiraz ediyor:




-‘Söylediklerinin gerçekle hiçbir ilgisini bulamıyorum. Cevat Paşa’nın, Gelibolu’da, Maydos yakınındaki karargaha giderek, bir ihtiyat tümenin yarbay rütbesindeki komutanını ziyaret etmesi imkan dahilinde görünmüyor; usule ve savaşın gereklerine denk düşmüyor.’ (T.Ü. Tezler 5, s.71)

Bilip bilmeden konuşarak Tarih yazarı olmak böyle bir şey. Bakın bahsi geçen Cevat Paşa anılarında ne diyor:

-‘İlk gün M. Kemal’le beraberdik. O kara cihetine, ben deniz cihetine bağlı idik. Seddülbahir’e gittik...’ (Yakın Tarihimiz, 1.C., s.77)

Bu kadar bariz yalanlara sinirlenmemek elde değil. Bu kadarı bile, adam olana yazarlığı bıraktırır aslında. Ama işte olana…..

………………

Biz Mustafa Kemal’e dönelim ve Çanakkale Muharebesine yakından bakalım:

Çanakkale Muharebesine başlarken Türk subaylar arasında, Ordu komutanının Alman olmasına, keza bazı Kolordu Komutanlarının da Almanlardan seçilmesine itirazlar yükseliyordu.


9. Tümen Komutanının yeni düzene yazılı itirazı: Çanakkale Cephesi, 1. Kitap, ATESE, s.224

3. Kolordu Komutanı Esad Paşa’nın itirazları: Çanakkale Anıları, BAHA matbaası, 1975

Keza Yarbay Fahrettin ve Yarbay Adil’in anıları da bu tarz yargılarla doludur.

M. Kemal’in itirazlarına ise değineceğiz.

Almanların Eğitim safhasında rol alması Ordumuza ciddi katkılar sağlamıştı ve buna itiraz yoktu. Ancak cephede bir Alman’ın Türk askerinin hele ki Vatan savunması sırasındaki hissiyatından anlamayacağı aşikardı. Her ne kadar Liman von Sanders iyi bir insan olsa da (ki anılarına değineceğiz.) böylesine önemli bir cephede Ordu’nun hakimi olması kabul görmüyordu.

Önce Ordu Komutanı Liman von Sanders’i tanıyalım:





Türkiye’ye gelmeden önce  Kassel’de bulunan 22. Suvari Tümeni’nin komutanıydı. Türkiye’ye Tümgeneral olarak geldi.(1913)

Rütbesi bazı politik sebeplerle, Alman imparatoru tarafından, vaktinden önce Süvari Orgeneralliğine yükseltildi.(1914)

Türkiye’de anlaşma gereğince bir üst rütbe ile çalıştı (Müşir/Mareşal). 1918’de İngilizlerce tutuklanarak Malta’ya sürgün edildi. 1919’da Almanya’ya döndü ve Orgeneral olarak emekli oldu. Anılarını Malta’da yazamaya başladı ve 1922 yılında yayınladı.

Bir diğer Alman General von Seck diyor ki: ‘Almanya’da Kolordu komutanlığı için uygun görülmeyen biri, bütün Türk ordusunun yeniden teşkilini üzerine alacaktı.’

(Alan Moorhead, Çanakkale Geçilmez, s.472) (Bir Yardımın Anatomisi, s.121, 111, 135) (Liman von Sanders, s.11, 19)

Bu şartlarda başlıyordu Çanakkale Muharebesi. Biz artık Muharebe’nin detaylarına inelim ve Mustafa Kemal Paşa nasıl Tarih sahnesine çıkmış ve neden Çanakkale Kahramanı denilmiş görelim.-










İlk Gün ve Arıburnu Savaşları

25 Nisan 1915 günü düşman, Saros’a ve Asya kesiminde Beşige’ye çıkarma yapacakmış gibi davranır. Bir düşman alayı, Asya yakasındaki Kumkale civarına, 3 düşman Tümeni Gelibolu yarımadasının Seddülbahir kesimine, 2 Tümen (Anzak Kolordusu) de Kabatepe-Arıburnu arasına çıkmaya başlar. 24 saatte toplam 75.000 asker çıkarılacaktır.

Arazinin Özelliği:







Gelibolu yarımadasının ortasında, yarımadanın belkemiği olarak nitelendirilen bir yükselti kütlesi (İngilizler buraya Sarıbayır diyorlar) vardır. Bu yükseltiyi elinde bulunduran taraf, Ege Denizi ve Boğaz’a kadar olan bütün araziyi denetimi altına alacağı için duruma egemen olur.

General Hamilton: ‘Bütün tertipler…Sarıbayır’ın doruklarına (Kocaçimen, Conbayırı) bağlı.’ (R.R. James, Gelibolu Harekatı, s.315)

Kocaçimen tepesi bu yükseltinin en yüksek noktasıdır. Sarıbayır yükseltisi, Kuzey Arıburnu ileKaba Tepe arasına, çeşitli kollar halinde ve gittikçe alçalarak iner. Conkbayırı, Düz Tepe, Besim Tepe, Kemalyeri, Kanlısırt, Kırmızısırt v.b. gibi savaşlarda adları çok geçecek olan tepeler ve mevkiler, bu kollar üzerindedir. Seddülbahir kesimi dışındaki bütün muharebeler bu sarp bölgede geçecektir. (Arazi ve Taktik noktalar hakkında daha fazla bilgi için: Şefik Aker, s.13)

Düşmanın planı özetle şöyle:

Asya yakasında Kumkale Kesimi : Oradaki 2 Türk Tümenini yerinde tutup Gelibolu’ya geçirilmelerini önlemek için az kuvvetle çıkarma yapıp oyalama savaşı yapmak ve çekilmek. Beşike limanlarına ise çıkarma yapacak gibi aldatıcı hareketlerde bulunmak.

Saros Körfezi : Bolayır çevresine çıkarma yapacak gibi aldatıcı hareketlerde bulunmak.

Kabatepe-Arıburnu Kesimi :  Öğleye kadar Kabatepe-Conkbayırı-Kocaçimen Tepe çizgisini ele geçirerek, taarruzu doğuya doğru geliştirmek ve böylece Seddülbahir’deki Türk kuvvetlerini (yani 9. Tümeni) kuzeyden kuşatmak.

Saddülbahir Kesimi : İlk hamlede, kıyıdan 6 km. uzaktaki Alçı Tepe’yi ele geçirmek ve yarımadanın güneydeki en dar yeri olan  Kaba Tepe-Maydos çizgisine ulaşmak.

Seddülbahir ve Arıburnu kesimlerine çıkan kuvvetlerin ortak hedefi; Çanakkale Boğazı’na bakan Kilitbahir yaylasını işgal etmek ve Boğaz’a ve iki yakadaki tabyalara egemen olan bu alandan, Türk savunma sistemini çökertmek.

İngiliz Resmi Harp Tarihinden: ‘İstila kuvvetleri 25 Nisan’da Seddülbahir ve Anzak (Arıburnu) çevresinde karaya çıkarıldığı vakit, 2 gün sonra İngiliz ve Avusturyalı piyadelerin, Kilitbahir yaylasına hücum ederek…burayı alacakları ümit ediliyordu.’ (A. Oglander, s.35, BTTD, Sayı 13, Mart 1986)

Çanakkale Boğazı’nın merkez tahkimatını bu plato (Kilitbahir) korumaktadır. (Çanakkale Cephesi, 1. Kitap, s.15)

5. Türk Ordusunda, toplam 6 Tümen (50.000 kişi) var; Tümenlerin yerleşimi de şöyle:

Anadolu yakasında Weber Paşa Komutasında 2 Tümen, Rumeli yakasında 4 Tümen. Bu 4 Tümenden biri kuzeyde, saros kesiminde (5. Tümen. Komutanı Alb. Basri Somel)

Liman Paşa, 25 Nisan sabahı Gelibolu’da bulunan 7. Tümeni de (Komutanı Albay Remzi Alçıtepe) Saros’a sevkedince, yarımadada yalnız 2 Tümen kalır.

Biri 2. Kolurdu Komutanı Esat Paşaya bağlı olan Albay Halil Sami Bey komutasındaki 9. Tümendir.

Ötekisi, Mustafa Kemal’in ordu emrindeki 19. Tümen.

‘Mareşal Liman von Sanders’in planı, adeta düşmanların planının uygulanmasını kolaylaştırıyordu.’ (Stratejik ve Taktik Sonuçlar Serisi No:4, s.12 )

Seddülbahir’de birkaç ayrı noktaya çıkan düşman birliklerini, 9. Tümenin kıyıda bulunan zayıf kuvvetleri karşılayacak ve erime pahasına akşama kadar direnecektir. Tümenin ihtiyattaki 25. Ve 26. Alayları yetişince, durum dengelenmese bile direnme gücü artar.

Kaba Tepe-Arıburnu arasındaki kesimin kıyı güvenliği de, yine 9. Tümenden 27. Alaya aittir. Liman Paşa’nın savunma planına göre, bu alayında büyük kısmı hayli geride, Maydos civarında bulunuyor. 12 km.lik kıyıda sadece küçük birlikler halinde yayılmış olan bir tek tabur var. 27. Alay Komutanı Yb. Şefik Aker, çıkarmadan önce alayını ileriye yanaştırmayı ve bölgenin en kritik kıyılarını daha kuvvetli tutmayı birkaç kez önermişse de, ordunun genel savunma sistemi hatırlatılarak red olunmuştur. Bu tek taburun kıyı boyunca yayılmış küçük birlikleri, düşmanın sayıca ezici üstünlüğü ve donanmanın korkunç ateşi altında eriye eriye gerilemeye başlayacaklardır. (Çanakkale Cephesi, 2. Kitap, ATESE, s.97)

Liman Paşaya bağlı ve ordunun genel ihtiyatı olan ve Mustafa Kemal’in Komutanlığındaki 19. Tümen ise, merkezde bir yerde bulunuyor (Bigalı-Maltepe); fakat Ordu Komutanının izni olmadan kullanılması mümkün değil. Liman Paşa, o sabah, asıl çıkarmanın Saros-Bolayır kesimine yapılacağını tahmin ederek, oraya gitmiş,  bu tümenin nasıl kullanılacağı konusunda bir talimatta bırakmamıştır. (Çanakkale Cephesi, 1. Kitap, s.235-239 ve 15 sayılı Kroki)

Esat Paşa’nın Kurmay Başkanı Fahrettin Altay özetle diyor ki; ‘Mustafa Kemal, savaşın başlamasından önce, birliğinin tehlikeli gördüğü Arıburnu kesimine kaydırılmasını istemiş, Liman Paşa kabul etmemişti. Hiç olmazsa Kocaçimen Tepe’ye yaklaştırılmasını önerdi, Liman Paşa bu öneriyi de reddetti.’ (Belleten, XX/80, s.605)

Kısacası Seddülbahir ve Arıburnu’na çıkan düşman, savaşın ilk saatlerinde, karşısında yalnız 9. Tümene bağlı küçük ve birbirinden uzak birlikler bulacaktır.7

Saat 05.10 :

9. Tümen Komutanı, Kolorduya ve 19. Tümen’e, Seddülbahir ve Arıburnu’na çıkarmanın başladığını bildirir. 27 Alay komutanı, ‘alayının hemen o kesime hareket etmesini’ önerecek ama 9. Tümen komutanı kabul etmeyecektir. (F. Altay, s.88) (Ş. Aker, s.32)

Bu arada Mustafa Kemal, keşif için Tümen süvari bölüğünü Conkbayırı kesimine yollar ve birliklerine alarm verir. (Çanakkale Cephesi, 2. Kitap, s.107) (Belen, s.245)

Mustafa Kemal, Esat Paşa ile telefonla konuşur. Saros’tan ve Anadolu yakasından bilgi gelmediğini, tüm çıkarma yerlerinin daha belli olmadığını öğrenir. (Erikan, s.129)

Saat 05.30 :

9. Tümen Komutanı Albay H. Sami Bey, 19. Tümen Komutanlığına şu mesajı verir: ‘Düşman Arıburnu’ndan Kabatepe sırtlarını sarmaktadır. Yakınlığınız dolayısıyla, Maltepe’deki kuvvetinizden bir taburu, Kabatepe’nin kuzeyindeki Arıburnu’na karşı olan sırtlara ivedilikle gönderip sonucunu bildirmenizi rica ederim.’ (H. Bayur. S.76)(Erikan, s.130)

Saat 05.45 :

9. Tümen Komutanı, gecikmeli olarak 2 taburlu 27. Alayı, Arıburnu’na doğru yola çıkarır. (Ş. Aker, s.33) (Çanakkale Cephesi 2. Kitap, s.101) (F. Altay, s.88)

Saat 06.30 :

9. Tümenin yardım isteyen mesajı 19. Tümene ulaşır. (Erikan, s.129)

Genel durum henüz aydınlanmadığı için 19. Tümenin orduca nerede kullanılacağı daha belli değildir. Ancak Mustafa Kemal kendi deyimiyle kritik kararını şöyle verir:

-‘ Düşmanın Kabatepe civarında önemli kuvvetle karaya çıkma teşebbüsü, demek ki vuku buluyordu. Bu işin içinden bir taburla çıkmanın mümkün olmayacağını, herhalde evvelce tahmin ettiğim gibi bütün tümenimle düşmana yönelmenin kaçınılmaz olduğunu takdir ediyordum.’ (M. Kemal ile Mülakat, s.19)

Ve ordunun iznini beklemeden, ‘Bir Alay(4 Tabur) ve bir Dağ Bataryası ile’ başından beri tehlikeli bulduğu ‘Arıburnu kesimine yetişmeye karar verir, öteki iki alayına da harekete hazır olmalarını emreder.’ (M. Kemal’in ATESE Arşivinde bulunan Arıburnu Muharebeleri Raporu’ndan aktaran C. Erikan, s.130; M. Kemal’in yazılı emri, s.132)

Fahrettin Altay diyor ki: ‘Mustafa Kemal de Arıburnu’na hareketine müsaade istiyor. Bu tümen ordunun emrinde olduğundan oradan soruluyor. Ordu emir vermekte gecikiyor.’ .(s.88)

Liman Paşa bu sırada Bolayır’dadır.

Esat Paşa da diyor ki: ‘Durumu bildirmek, gerekli emirleri almak üzere kendisini aramaya gittim. Kendisinden yapılacak hareket hakkında hiçbir talimat alamadım.’ (Esat Paşa’nın anıları, s.38)

F. Altay, ‘Ordu emrinin, ancak 4 saat sonra geldiğini’ bildirmektedir. (On Yıl Savaş, s.95)

Saat 07.00 :

Anzak (Avusturya-Yeni Zellanda) birlikleri, kıyının 100 metre yakınına kadar sokulmuş bazı savaş gemilerinin ateş desteği altında, kuzeyde Conkbayırı doğrultusunda ilerlemiş, güneydoğuda Kanlısırt ve Kemalyeri’ne yaklaşmışlardır.

Saat 07.50 :

M. Kemal Gelibolu’daki 3. Kolordu Komutanı Esat Paşa’ya özetle şu raporu yollar: ‘Düşmanın Kocadere batısındaki sırtları (Conkbayırı kesimi) işgal etmesine meydan vermemek için, 57. Alay ve bir dağ bataryasını şimdilik o tarafa hareket ettiriyorum. Düşmanın kuvvet ve durumunu anlamak, ona göre gerekli tedbirleri almak üzere, Tümen Kurmay Başkanını karargahta bırakarak, bizzat oraya gidiyorum. Tümen büyük kısmının kullanılmasını gerektirecek bir durum olunca, tümenin başına geleceğimi arz ederim.’ (Stratejik ve Taktik Sonuçlar Serisi, No:4, s.19)

Saat 08.10 :

M. Kemal, 57. Alay (Komutanı Binbaşı H. Avni) ve Dağ Topçu Taburuyla birlikte Kocaçimen’e doğru yola çıkar. (C. Erikan, Komutan Atatürk, s.133)

Saat 08.25 :

9. Tümen Komutanından 27. Alay Komutanına emir: ’19. Tümen şimdi 57. Alayını, Kocaçimen istikametine hareket ettirdi. 19. Tümen Komutanı da Alayla beraber gidiyor. İrtibat tesisi ileTevhid-i hareket ediniz. (Bağlantıya geçerek, birlikte hareket ediniz.) (Ş. Aker, s.47)

Saat 09.00 :

Anzaklar, Conkbayırı’na ulaşmış, (Erikan, s.135), Kanlısırt’ta bulunan batarya da, 3 topunu düşmana kaptırarak geri çekilmiştir. (Stratejik ve Taktik Sonuçlar Serisi, No:4, s.16)





Saat 10.00 :

M. Kemal 57. Alayı, düşmanın kuzey (sol) kanadına taarruza kaldırır.

Arazi yapısı gereğince, Conbayırı kesimine çok önem veren M. Kemal, bu taarruzdan önce 57. Alayın subaylarına o meşhur emrini verecektir:

-‘Ben size taarruz etmeyi emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman içinde yerimize başka kuvvetler ve komutanlar kaim olabilir.’ (M. Kemal ile Mülakat, s.30)

9. Tümenin 27. Alayına da, batıya doğru taarruzunu sürdürmesi haberini yollar. (C. Erikan, Komutan Atatürk, s.134) Bu sırada Anzakların karaya çıkan kuvveti, 12.000 kişiye ulaşmıştır. (C. Erikan, s.135)

Saat 10.24 :

Mustafa Kemal, karargahta bıraktığı Kurmay Başkanı Binbaşı İzzettin Çalışlar’a, tümenin kalan 2 alayının da Kocadere’ye yaklaştırılması emrini verir ve kararını yeni bir raporla da Kolorduya bildirir. (C. Erikan, Komutan Atatürk, s.134) (Raporun Tam metni için: R. Eşref, s.28) (Ayrıntıları için, Çanakkale Cephesi, 2. Kitap, s.109)

O gün yapılan kanlı savaşlar sonunda bütün Anzak birlikleri, kuzeyden 19. Tümenin, doğudan 27. Alayın taarruzları karşısında, aldıkları bütün yerleri Türklere bırakarak kıyıdaki sırtlara kadar geri çekileceklerdir. Hızla ele geçirileceği umulan Kaba Tepe- Conbayırı- Kocaçimen çizgisi çok uzakta kalmıştır.

Buna karşılık düşmanın sahte çıkarma gösterilerine kapılan Liman Paşa, 5. Ve 7. Tümenleri Saros civarında, Asya Grubu Komutanı Weber Paşa da 11. Tümeni Beşige civarında boş yere tutarak, Gelibolu’daki 2 Tümenimizi, Birleşik Filonun yüzlerce ağır ve uzun menzilli topu tarafından desteklenen düşman kuvveti karşısında yalnız bırakırlar.

Sabah gittiği Saros’tan öğle üzeri dönen Esat Paşa, Arıburnu’nda savaşan kuvvetlerin komutasını Mustafa Kemal’e verir. (F.Belen, 20. Yüzyılda Osmanlı Devleti, s.247) 27. Alay’da 19. Tümene bağlanır. 19 Tümen, 26-27 Nisan günleri gelen iki yeni Alayla da(33. Ve 64. Alaylar) takviye edilir. Böylece Mustafa Kemal’in komutası altında, 6 Alay, bir başka ifadeyle 2 Tümen toplanmış olur. (10 Yıllık Harbin Kadrosu, s.85)

Mustafa Kemal ilk günden ihtiyat kuvveti olmaktan çıkan Tümeniyle, takviyelerle birlikte ön cephede görev alacaktır.

Liman Paşa ise, ileride göreceğimiz gibi, emrini savsaklayan 16. Kolordu Komutanı A. Fevzi Bey’i derhal görevden alacaktır. Ama Mustafa Kemal’e bir şey demez. Mustafa Kemal’in ilerde göreceğimiz ve Liman von Sanders’i eleştiren raporlarından haberdar olmasına rağmen, Liman Paşa anılarında Mustafa Kemal için şöyle diyecektir:

-‘İlk askeri başarısını Trablusgarp’te gösteren Mustafa Kemal, sorumluluk ve görevden zevk duyan bir komutan olma özelliğine sahipti. Daha 25 Nisan sabahı 19. Tümen ile ve hiçbir yerden emir almadan, kendiliğinde muharebeye girerek, düşmanı sahile kadar püskürtmüş ve bundan sonra da 3 ay süre ile kırılmaz bir azimle devamlı düşman saldırılarına karşı koymuştu. Ona tam anlamıyla güvenilebilirdi.’ (Türkiye’de 5 Yıl, s.109)

Bundan daha açık bir ifade olamazdı herhalde. Diğer günlerde yapılanları görmeden evvel birkaç gülümseme örneği:

-‘Anafartalar’daki (!) tümenin komutanı, M. Kemal’in ihtiyatta olan 19. Tümenine bu çıkarmayı haber verdi ve bir taburla sol kanadını (!) takviye etmesini istedi. Bu emir üzerine Mustafa Kemal, tümeninin 57. Alayından iki yüz kişiyi (!), saat beş buçukta (!), Şunuk Bayırı (!) istikametine sevk ederek, ilerlemekte olan düşmana karşı süngü hücumu yaptırdı.’

Kim bu tahmin edin? K. Mısıroğlu (Lozan, 1.C. s.158)

Peki kısacık bir yazıda olan hangi hatasını yazalım? Anafartalar o tarihte ne alaka? 200 kişi ne alaka? Saat 5.30’da daha yardım isteği bile gelmemiş ama bu bir şey değil;  Şunuk Bayırı ne Allah aşkına! Bunlar Resmi Tarihi beğenmiyor, ve biz Gerçek Tarihçileriz diyor!

……………………

İlk gün hedeflenen mevzileri ele geçiremeyen ve kıyıdan bundan sonra da çıkamayan düşman askerlerine, Çanakkale askerleri nefes aldırmamaya devam ettiler.

Ateş, sayı ve malzeme üstünlüğüne karşı denge, ancak kanla sağlanacak ve savaş sonuna kadar da böyle korunabilecektir.



Savaş Bakanı Mareşal Kitchener’in yeni birlikler vermeyi kabul etmesi üzerine General Hamilton, Ağustosta genel bir taarruza geçmeyi kararlaştırır. Anzak kolordusu 25.000 kişi ile takviye edilecek, ayrıca Arıburnu’nun daha kuzeyinde, Anafartalar’ın karşısında bulunan Surla koyuna da gizlice yeni bir kolordu daha çıkarılacaktır. Asker sayısı 125.000 kişiye yükselir. (Moorhead, s.318)

Anafartalar ve Conkbayırı Savaşları







Ortak hedef yine Conkbayırı ve Kocaçimen Tepe’dir.(Sarıbayır Bloku) Çünkü bu savaşı kazanmak için bu yüksek blokun ele geçirilmesi şarttır.

Bütün yaz bu taarruz için hazırlık yapılır. Filoya, birçok gemiden başka, 2 de uçak gemisi eklenir. Bundan sonra her hava hücumuna 12 uçak birden katılacaktır. Cephane üretimi bütünüyle Çanakkale’ye ayrılır.

Savaş 6 Ağustos günü başlayacaktır. Her kesim için saldırı saatleri, Türk Komutanlığını şaşırtmak amacıyla, farklı biçimde ayarlanmıştır.

Arıburnu’ndaki Anzak birliklerinin bir bölümü, o kesimdeki Türk cephesine taarruz ederek bunları geri sürmeye çalışacak, öbür bölümü ise (asıl taarruz birlikleri, ilk aşamadan 20.000 kişi) iki kol halinde, Türk cephesinin sağ açığından geçip, geniş bir kavis çizerek Conkbayırı-Kocaçimen’e doğru ilerleyecektir.

Bu sırada Arıburnu kesimindeki Türk cephe hattında yalnız 2 tümen var. Sağda Mustafa Kemal’in 19. Tümeni (Cephesi: Sazlıdere’den Kırmızısırt’a kadar), solda 16. Tümen (Cephesi: Kırmızısırt’tan Kaba Tepe’ye kadar). 5. Tümen geride, ihtiyatta; 9. Tümen ise Arıburnu ile Seddülbahir arasında, kıyı korumasında.

Savaş 6 Ağustos günü, çok yoğun bombardımanlardan sonra başlar.

Bir Anzak birliği 17.30’da 16. Tümen cephesine taarruz eder ve Kırmızısırt’ın güneyinde bulunan Kanlısırt’ı (İngilizler buraya Tek Çam Tepesi diyorlar) ele geçirir.

İngilizler, Türk siperlerinin önünde sona eren 500 metre uzunluğunda bir tünel kazar ve top ateşi sona erer ermez, tünelin ağzındaki kum torbalarını kaldırarak baskın halinde hücuma geçerler. Türk siperlerini örten kalaslar da, ağır bombardıman yüzünden çökmüş, içindekilerin çoğu yıkıntı altında kalarak hayatlarını yitirmiştir. Esat Paşa anılarında diyor ki; ‘Kanlısırt’ı koruyan 47. Alayın 1. Taburunun büyük kısmı, 3. Taburunun hemen hemen hepsi şehit düşmüştü. 2. Taburdan da ancak 50 yaralı ercik kalmıştı.’ (s.253)

Bu kritik yerin elden çıkması üzerine, Kuzey Grubu Komutanı Esat Paşa, hemen ihtiyattaki 5. Tümeni, 16. Tümenin arkasına yanaştırır. Sol kanat açığındaki 9. Tümene de cepheye yaklaşması emrini verir. 16. Tümen ardarda taarruz ederse de Kanlısırt’ı geri alamaz. 16. Tümen kesiminde cephenin yarılması tehlikesi baş gösterir. Bunun üzerine Ordu Komutanlığı da Güney Grubunun ihtiyatındaki 4. Tümeni (Komutanı Yarbay Cemil Conk) kuzeye kaydırır.

 

Bir başka Anzak birliği de, aynı akşam Mustafa Kemal’in 19. Tümenine ardarda taarruz eder. Bütün taarruzları kırılır. Bunun üzerine Esat Paşa 16. Tümene şu emri yollar: ’19. Tümene ardarda taarruz eden düşman, Tanrının yardımıyla püskürtülmüştür. Sizden de, her neye malolursa olsun, derhal siperlerin geri alınması haberini kesinlikle beklerim.’ (Çanakkale Cephesi, 3. Kitap, s.338)

16. Tümen Kanlısırt’ı geri alamaz ama düşmanın daha fazla ilerlemesini engelleyecektir.

Anzak taarruz kolları da, saat 22.00’de, Sazlıdere vadisi ile Azmak Dere arasındaki 5 km. genişliğindeki sarp bir arazi şeridinden, kuzeye doğru ilerlemeye başlar. (Çanakkale Cephesi, 3. Kitap, Kroki 38,39)

Burası Mustafa Kemal’in, ‘olası bir düşman taarruzuna karşı kuvvetli tutulması’ için Esat Paşayı uyardığı, Esat Paşanın da, ‘Merak etme Beyefendi, (buradan) gelemezler!’ dediği yerdir. (M. Kemal, Anafartalar Muhaberatına Ait Tarihçe, s.5)

Aynı saatte 2 tümen de Suvla’ya çıkmaya başlamıştır.

İngiliz Resmi Harp Tarihi çıkarma filosunu şöyle anlatıyor:

-‘Filonun ilk kademesii on bin askeri savaş alanına götürüyordu. İstif halindeki bu birlikleri on torpido muhribi taşıyordu. Her muhrip, bordasında büyük bir mavnayı ve arkasında bir karakol gemisini yedekte çekmekteydi. Bu on torpidoyu, Kuzey Denizine özgü balıkçı tekneleri, büyük sallar izliyordu. Bunların arkasına da kurtarma sandalları ve salapuryalar dizilmişti. Son bölümü ise transatlantiklerden Manş Denizi araba vapurlarına,  yandan çarklı vapurlara kadar hemen hemen dünyada mevcut her çeşit büyük, küçük deniz taşıtı izliyordu. Filonun arkasında ise kruvazörler, hastane gemileri, buharlı yatlar, kablo ve balon gemileri, Times nehrine özgü römorkörler ve yelkenliler vardı.’ (BTTD, sayı 27, s.52, Mayıs 1987)

Liman Paşa anılarında diyor ki: ‘8,5 ay süren Çanakkale seferinin ortalarına rastlayan Anafartalar çıkarması, bu muharebelerin askeri ve politik bakımdan zirve noktasını teşkil ediyordu.’ (s.113)

Ve Anzak taarruz kolları ile Suvla’ya çıkan kolordunun karşısında, o kesimden sorumlu olan Alman Yarbay Willmer Müfrezesinin küçük ve yayılmış birliklerinden başka birlik yoktu. (4 Piyade Taburu, bir süvari bölüğü, bir istikham bölüğü, üç batarya, toplam 3000 kişi.) (Çanakkale Cephesi, 3. Kitap, s.384)

7 Ağustos :

Arıburnu cephesinde kalan Anzak birliği, sabah, 19. Tümenin sol kanadına 3 kere daha taarruz ederse de yine başarılı olamaz.

Esat Paşa anılarında şöyle diyor: ‘Sabah 05.40’ta düşman, 19. Tümen cephesini gece yarısından itibaren şiddetli topçu ateşi altına alarak, 18. Ve 27. Alayın cephelerinde bir lağım patlatarak, 31. Nolu siperimize saldırmış ise de kayıplar verdirilerek 3 bölgeden de geri atılmıştı.’ (Esay Paşa’nın Anıları, s.259)

Anzak sağ taarruz kolu ise, Türk ileri karakollarını atarak Conkbayırı yakınındaki Şahin Tepe’yi ele geçirir. Conkbayırı-Kocaçimen Tepesi hattında o sırada hiçbir kuvvet yoktur. M. Kemal kendi kesiminin dışında olmakla birlikte, ihtiyatındaki bir taburu Kocaçimen’e, 2 bölüğü de tümen bataryalarını korumak üzere Conkbayırı’na yollar. Düşmanın taarruz doğrultusunu kapayan ilk kuvvetler bunlar olacaktır. (R.R. James, Gelibolu Harekatı, s.389) (Çanakkale Cephesi, 3. Kitap, s.349) (İngiliz Harp Tarihi, BTTD, 24. Sayı, s.39, Şubat 1987)

Durumu izleyen Esat Paşa sabaha karşı 9. Tümeni Conbayırı’na hareket ettirir.

9. Tümen Komutanı Alman Albay Kannengiesser, saat 07.00’de Conbayırı’na ulaşacaktır. Daha birlikleri gelmemiştir. Keşif yaparken, Şahin Tepe’ye yerleşen düşmanın makineli tüfek ateşiyle yaralanır; komutayı Kurmay Başkanı Bnb. Hulusi Bey üstlenir. Tümenin 2 alayı vardır. İkisi de açılarak savaş düzeni alır. Düşmanın sağ taarruz kolu (Yeni Zellandalılar-Gurkhalar) hücuma kalkar, 9. Tümen bu ilk hücum dalgasını durdurur.

Saat 13.30’da, Conbayırı-Kocaçimen’deki kuvvetlerin komutanlığına, 4. Tümen komutanı Yrb. Cemil Conk getirilecektir. Conkbayırı kesimindeki Türk cephesi, yüzü batıya dönük olarak soldan sağa şu düzeni almıştır:

Solda Mustafa Kemal’İn yolladığı bölükler, ortada 9. Tümen, sağda Willmer Müfrezesinden birkaç birlik. (Çanakkale Cephesi, 3. Kitap, s.354)

Daha sarp yoldan ilerleyen Anzak ikinci taarruz kolu (sol kol) ise çok yorulmuş, adım adım gerileyen küçük Türk birliklerinin ateşinden de hayli kayıp vermiştir. Kocaçimen’e taarruzu ertesi güne erteler ve takviye ister. Hemen bir tugay yola çıkarılır.

Suvla’ya çıkmış birlikler de Anafartalar ovasını çevreleyen tepelere doğru ilerlemektedir. Ama küçük Türk birliklerinin direnmeleri ve Kolordu Komutanı General Stopfort’un ağırdan alması yüzünden, bu ilerleyiş çok yavaş gelişmektedir.

Gece 9. Tümenin bir alayı, Şahin Tepe’ye taarruz ederse de sonuç alamaz.

Durum kritikleşmektedir.

Liman Paşa Saros Grubunu (2 Tümen) Anafartalar kesimine yola çıkarır ve Saros Grubu Komutanı Albay A. Fevzi Beyi, Anafartalar Grup Komutanlığına getirir. Ayrıca Yarbay Cemil Conk’un ve Yarbay Willmer’in birliklerini de, Esat Paşa’nın emrinden alarak, A Fevzi Beyin komutası altına verir.

Saros Grubunu oluşturan 7. Ve 12. Tümenlerin görevi, geldikleri anda, Anafarta ovasına yayılan ve ovayı çevreleyen tepelere yürüyen düşmana taarruz ederek durdurmak,  bu birliklerin Anzak taarruz kolları ile birleşmesini önlemektir.

Önlenememesi halinde, Türk cephesi batıdan ve kuzeyden kuşatılmış olacak ve iş bitecektir.

8 Ağustos :

Gün, Conkbayırı çevresinde, çok kanlı taarruz ve karşı taarruzlarla geçer. Bazı yerlerde tarafların arasında, 25-30 metre bir mesafe vardır. (Çanakkale Cephesi, 3. Kitap, s.359)

Liman, rastlantı eseri karargahında bulunan, demiryolu işleri ile ilgili Yarbay Pötrich’i 9. Tümen Komutanlığına atar. Yarbay Pötrich gelir ama türlü komuta sorunları çıkarır, ateş altında kalınca da bir yere saklanır. Conkbayırı’ndaki bunalımı öğrenen Esat Paşa, Güney Grup Komutanı Vehip Paşadan yardım ister, o da 2 alaylı Ali Rıza Bey komutasındaki 8. Tümeni yollar.(23. Ve 24. Alaylar) Esat Paşa 24. Alayı, artık Conkbayırı kesimi kendisine ait olmadığı halde, oraya yürüyen düşmana taarruz etmekle görevlendirir. (Esat Paşa’nın anıları, s.270) 24. Alay o gece Conkbayırı’na ulaşıp savaşa girer ama cephesindeki düşmanı geri sürmeyi başaramaz. (Çanakkale Cephesi, 3. Kitap, s.366)

Bu kritik durumda, Conkbayırı’nda ciddi bir komuta kargaşalığı yaşanmaktadır.

Yeni kurulan Anafartalar Grubu Komutanı A. Fevzi Bey ise, Anafartalar ovasına ilerleyen düşmana, askerin yol yorgunu olduğunu v.b. ileri sürerek taarruz etmeyi ardarda ertelemektedir.(C. Conk, s.83-88)

Tarihi Konuşma....

Komuta zafiyeti had safhadadır. Ordu komutanı sıkıntıdadır. Bu hengamede ordu karargahı, Mustafa Kemal’i telefona çağırır. Ordu komutanı oradadır ve telefonda ordu kumandanı adına ve onun emriyle ordu kurmay başkanı görüşmektedir. Mustafa Kemal görüşlerini Ordu kumandanına da açık ve kesin olarak bildirir. Tehlikeyi anlatır. Ya cephe çözülürse?

Ordu kumandanı sordurur:

-Hiç çare kalmadı mı?

-Bütün mevcut kuvvetlerin benim kumandama verilmesinden başka çare yok!

-Çok gelmez mi?

Cevap nettir:

-Az gelir!

(Ş.S. Aydemir. Tek Adam Cilt 1, s.226-227)

 

Liman Paşa, Albay Fevzi Beyi Anafartalar Grup Komutanlığından alır, yerine, saat 21.45’te ‘Kolordu Komutanı’ yetkisi ile, 19. Tümen Komutanı Mustafa Kemal’i getirir.

 

Liman Paşa anılarında şöyle diyor: ‘O akşam, Anafartalar civarında toplanan bütün birliklerin komutasını, Arıburnu cephesinin kuzey kanadında bulunan 19. Tümen komutanı Albay Mustafa Kemal Beye verdim. Mustafa Kemal sorumluluk ve görevden zevk duyan bir komutan özelliğine sahipti.’

Mustafa Kemal 19. Tümen Komutanlığını 27. Alay Komutanı Yarbay Şerif Aker’e bırakır. Gece yarısına doğru dağ yollarından Anafartalar kesimine hareket eder. 01.30’da Anafartalar Grubunun karargahına gelir. A. Fevzi Bey çadırda uyumaktadır, kalkmaz.(Fevzi Bey Enver Paşa tarafından önce emekli edilir, sonra ateşemiliter olarak Viyana’ya gönderilir. Cemil Conk’un kitabında, rapor ve kendi ifadeleri var.)

Birliklerin durumu hakkında Grup Kurmay Başkanı da açık ve ayrıntılı bilgi veremez. M. Kemal ancak bütün Kurmay Subayları toplayıp tek tek bilgi alarak, genel durumu ve eski komutanın verdiği emirlerin ana çizgilerini öğrenebilecektir. Artık birliklere yeni bir savaş düzeni vermeye vakit yoktur. Gün doğmadan taarruza geçmek gerekmektedir. O ana kadar ihmal edildiği anlaşılan yiyecek, haberleşme ve sağlık hizmetlerini de düzenler ve yazılı taarruz emrini, saat 04.00’te haber subayları ile tümenlere yollar.

9 Ağustos (1. Anafartalar Muharebesi) :

Liman Paşa anılarında şöyle devam ediyor: ‘Nitekim 9 Ağustos sabahı erkenden, evvelce 3 defa emredildiği halde yapılamayan taarruz yapıldı ve düşman, çeşitli yerlerden sahile doğru sürüldü.’ (s.109)

Mustafa Kemal akşama kadar taarruzu yönetir. (M. Kemal’in muharebe boyunca verdiği emirler: Anafartalar Muharebatına Ait Tarihçe, s.36-44) (AAMD 19. Sayı) (Çanakkale Cephesi, 3. Kitap)

Anafartalara ilerleyen İngiliz Kolordusu ileConkbayırı-Kocaçimen kesimine taarruz eden anzak taarruz kollarının birleşmesi engellenir.

İngiliz Resmi Harp Tarihi diyor ki: ‘ Bir Türk komutanı, Çanakkale savaşlarının kaderine hakim olmuştu.’ (BTTD; sayı:26, s.57)

General Hamilton diyor ki: ‘Yüreğim, yarımadadaki mücadelelerin ortasında katılaşmıştı, fakat bu manzaranın fecaati karşısında adete paralandı. Beni ayakta tutan Sarıbayır’ın görünüşüydü. Gözlerimi Sarıbayır’dan ayıramıyordum.’ (R.R. James, Gelibolu Harekatı, s.417)

Biz de gözlerimizi Sarıbayıra(Conkbayırı-Kocaçimen kesimi) çevirelim:

Bugün Esat Paşa’nın isteği üzerine Vehip Paşa son olarak 2 alay daha yollamıştır. (28. Ve 41. Alaylar) Ama 28. Alay ancak geceyarısından sonra Conkbayırı’na ulaşır. 41. Alayın ise ne zaman ulaşabileceği belli değildir.

Bu sırada Anzak birlikleri, Conkbayırı- Besim Tepe- Kocaçimen hattının çeşitli kesimlerine dalga dalga taarruz etmektedirler. Wellington taburu, bir ara Conkbayırı Tepesinin zirvasini ele geçirir ama ağır zaiyatla geri sürülür. (R.R. James, Gelibolu Harekatı, s.401)

Binbaşı Allanson’un emrindeki tabur ise kanlı bir boğuşmadan sonra, Besim Tepe’nin güney zirvesini ele geçirir. Binbaşı Allanson bu yükseklikten Çanakkale Boğazı’nı , Alçıtepe’nin arkasındaki yolları gören ilk ve son İngiliz olur.

M. Kemal o gece ve ertesi gün için gerekli emirleri verdikten sonra 17.30’da yola çıkar. Akşamdan sonra Conbayırı’ndaki 8. Tümenin karargahına gelir.

M. Kemal, 8. Tümenin biri hayli zayiat vermiş olan  2 alayı ile bir süngü hücumu yaptırarak Conkbayırını düşmandan temizlemeye karar vermiştir. Conkbayırı-Kocaçimen cephesi karşısındaki düşman, 2 tümenden  fazladır. (Çanakkale Cephesi, 3. Kitap, s.372)

8. Tümenin Kurmay Başkanı itiraz ederse de, Mustafa Kemal kararından dönmez. Derin bir sessizlik içinde, Conkbayırı zirvesinin arka tarafında taarruza hazırlanır. Taarruzdan önce topçu ateşi açılmayacak, birinci ve ikinci taarruz kademeleri sık avcı hattı, üçüncü taarruz kademesi ise yanaşık düzen halinde taarruz edecektir. Taarruz gün doğmadan, M. Kemal’in işareti ve 23. ve 24. Alayların unutulmaz süngü hücumu ile başlar. Öteki tümenlerde bu hücumla birlikte, kendi kesimleri karşısındaki düşman birliklerine taarruza kalkarlar.







Conkbayırı ve çevresi, düşmandan tümüyle silinip süpürülür.

Gece yarısından sonra güneyden gelerek 8.Tümenin, yani dolayısıyla Mustafa Kemal’in emri altına giren 28. Alaya da Şahin Tepe’yi ele geçirme görevi verilir ama yorgun Alay ancak en yüksek sırtı ele geçirebilecektir.( Alayın Alman Komutanı Binbaşı Hunker, savaşı uzaktan izlediği için Mustafa Kemal’den azar işitecektir.)

Birlikler dinlenmeye geçince Mustafa Kemal yeniden Anafartalar’daki grup karargahına döner.

 

Bugünle ilgili General Hamilton ve diğer yabancı kaynaklar şu yorumları yapmışlardır:

-‘Türk taarruzu dehşet verici bir manzaraydı. Şaşkınlıktan serseme dönen İngilizler, ufuk hattının üzerinden boşanan, ateş etmeden süngüleri ile ilerleyen, karanlık, yoğun Türk kitlelerini gördüler. Conkbayırı ve zirvedeki siperler hemen çiğnendi ve İngiliz askerlerinden hiçbiri kurtulamadı…Türkler fırtına gibi süratle aşağıya gidiyorlar ve o kadar kısa bir zaman görünüyorlardı ki sağ kalan çoşkun fanatikler, yaylaya büyük sayılar halinde vardılar. General Baldwin’in adamları, ümitsizliğin verdiği cesaretle, bunları karşılamak üzere ayağa kalktılar….Saat 10.00’da, güneş iyice yükseldiği vakit, Baldwin ve subaylarının hemen hepsi ölmüş bulunuyor ve kalanlar, minicik yaylada binden fazla ölü veya ölmekte olan subay ve er bırakarak, derelere sığınmak üzere geri çekiliyorlardı. Kaçanlardan çoğu dere yataklarında kaybolduklarından, kendilerinden bir daha haber alınamadı.’ (R.R. James, Gelibolu Harekatı, s.421)

-‘Şafaktan birkaç dakika önce Mustafa Kemal…düşman siperleri önünde ayağa kalktı, bir mermi saatini parçaladı ama o kırbacını kaldırarak İngiliz hatlarına doğru ilerledi. Dört saat sonra, Sarıbayır sırtlarında tek bir İttifak devleti askeri kalmamıştı. Bu saldırı Suvla’dakinden daha şiddetli, daha dolgun, çok daha çılgınca olmuştu….10 Ağustos öğle vakti, Suvla ve Anzak cephelerinde, hiçbir önemli tepe İngilizlerin elinde bulunmuyordu.’ (A. Moorhead, Çanakkale Geçilmez, s.391)

-‘Son 24 saat içersinde Türkler, büyük bir komutana sahip olmanın, düzenin, askerliğin, kahramanlığın, mücadelenin bütün örneklerini vermişlerdi….Anzaklar bu muharebede 12.000 kişi kayıp vermişlerdir….Türkler cephenin bütün hakim noktalarına yerleşmişlerdi. Bu muharebeler sonunda İngilizler, önceden sahip bulundukları üstünlüklerini yitirdiler.’ (A. Oglander, İngiliz Resmi Tarihi, BTTD, s.56), sayı 28/Haziran 1987)

-‘Türk ordusu kahramanca savaşmakta ve mükemmel surette sevk ve idare edilmektedir.’ (General Hamilton’un Mareşal Kitchener’e 17.08.1915’te çektiği telgraf, İngiliz Resmi Tarihi, BTTD, s.59, sayı 28/Haziran 1987)

 Evet, gerçek Türkler de bugüne ve başarıya sahip çıkmışlardır. Düşman bile daha nicelerini göreceğimiz şekilde yiğide hakkını verirken, bazı kanı bozuklar ise misal şöyle yorumlar yapıyorlar:

-‘Sadece bir albay sıfatıyla küçük bir bayırı! tutmuş bulunan M. Kemal…’ K. Mısıroğlu, Lozan, 1.C. s.293)





Ruh hastaları!

………………

Anafartalar kesiminde de, sabahleyin başlayan İngiliz taarruzu, bütün kesimlerde kırılır. İngilizler yeniden takviye alarak, Anafartalar doğrultusunda bir daha taarruz etmek için hazırlığa girişirler.

15 Ağustos :

Bugün başlayan ve inatla ertesi günü de sürdürülen İngiliz taarruzu yine Anafarta ovasında ve ovadaki tepelerde kırılacak ve bu başarısızlık üzerine İngilizler üst komutanları değiştireceklerdir. Bir kez daha şanslarını denemek için yeniden hazırlığa başlarlar.

Bu dönemde Mustafa Kemal’in emri altında 7 Tümen, bir Suvari Alayı toplanmıştır.

Esat Paşa’nın grubunda 2 Tümen, Vehip Paşa’nın grubunda 4 Tümen, Asya grubunda 2 Tümen vardır.

Yani Mustafa Kemal diğer Paşaların toplamı kadar askerin Komutanıdır artık. Ordu komutanından sonra en yüksek idare ondadır. Genç bir subay, tarih yazmaktadır….








21 Ağustos :

İngilizler İhtiyat Tümenlerini de karaya çıkartarak, bir kere daha ve son bir taarruza geçerler. Katılan asker sayısı bakımından bu Çanakkale Savaşı’nın en büyük Muharebesidir. (A. Moorhead, Çanakkale Geçilmez, s.394) (R.R. James,Gelibolu Harekatı,  s.432) Savaş bütün gece ve ertesi gün de sürer.

M. Kemal’in yönettiği Anafartalar Grubu, bu büyük ve son taarruzu kırmakla kalmayacak, bütün düşman birliklerini çıkış hatlarına kadar geriye sürecektir.

Liman Paşa, Alman genel karargahına şu bilgiyi verir:

-‘İngilizlerin büyük kuvvetlerle giriştiği Anafarta çıkarmasıi tam bir yenilgiye uğramıştır.’ (s.118)

15 Ekim günü general Hamilton da görevden alınır. Artık Gelibolu’dan çekilme zamanı gelmiştir.







Çanakkale savaşı hakkında, İngiliz Resmi Tarihi, şu genel değerlendirme ile bitmektedir:

-‘Çanakkale’de geleceği elinde tutan komutan, üstün şahıs, M. Kemal’di. Çanakkale Muharebelerinde göstermiş olduğu çok yüksek sevk ve idare, fedakarlık ve feragat, her türlü övgünün üzerindedir ve bu hususta ne söylense azdır……..Kısacası, Gelibolu muharebeleri, bütünüyle, M.Kemal’in üstün deha ve zekasıyla etkili olduğu bir tarihi anlatır.’ (BTTD, s.50, sayı 32, Ekim 1987)

Sinir bozucu biliyorum ama, isimler aklımızda kalsın diye, son kez Gayr-ı  Resmi Yakın Tarihçilere dönüp ne demişler bakalım:

-‘Çanakkale sırtlarına 400.000(!) vatan evladını gömen (!) bir subay kadrosunun muvaffakiyetinden elbette bahsedilemez….Oradaki kumandanlardan herhangi birisine ‘kahramanlık’ veya ‘kurtarıcılık’ sıfatları elbette izafe edilemez. Edilirse mutlak yalan ve sahtekarlıktan başka bir şey olmaz.’ (K. Mısıroğlu, Lozan, 1.C., s.156)

Tekra edelim Şehit sayımız, hastanede ölenlerle birlikte toplam: 75.830 kişi. Çetin Altan 250.000 demişti, Mısıroğlu ihaleyi artırmış. Niye?  75.830 az mı?

Ayrıca o şehitleri bizim subaylarımız gömmedi, o şehitler içinde subaylarımız da var. Biz düşmanla savaştık; topraklarımıza giren düşmanla. Bu insanların bu kadar salak olması mümkün değil, bunlar kullanılıyorlar. Aklıma sonradan İngiliz olduğu ortaya çıkan İmamlar geliyor. Bunlara da değineceğiz. Ya para yiyorlar, ya ruh hastası bunlar ya da Türk değiller.

Ayrıca ödleri patlıyor Mustafa Kemal’den. Ne bu eziklik? Ona kahraman demek sahteraklıkmış; Sırf bunlara cevap verebilmek için Türk Resmi tarihinden değil, yabancı isimlerden Mustafa Kemal’e ‘Kahraman’ diyenlere yer verdik. Bunlar da mı sahtekar? Yoksa bir ihtimal sen anlamayacak kapasitede olabilir misin?

………………………………….

 

-‘M. Kemal’in Tümeni yedeğin yedeği idi. (s.85)…..M. Kemal Kara Harplerinde geri planda vazife yaptı(s.121)….Devletin kitaplarının yanında TRT’nin de aynı yanlışı tekrarlaması, Yarbay Mustafa Kemal Beyin ‘Çanakkale Kahramanı’ zannedilmesine sebep olmuştur…’ Gayri Resmi Yakın Tarih Ansiklopedisi, 1.C., s.133, 3.C., s.115-116)

Demek ki General Hamilton, Alman Liman  von Sanders, A. Moorhead, R.R. James falan fazla TRT izliyorlarmış…..Bak sen işe. Tarihi çözdük şimdi.

Yazdıkları zırvalara Ansiklopedi diyorlar…

……………………………………….

-‘Fevzi Çakmak’la (!) Liman von Sanders arasında çıkan bir ihtilaf yüzünden(!), M. Kemal Harekat Subayı(!)  olarak savaşa katılır.’ Abdurrahman Dilipak, Cumhuriyete Giden Yol, s.21)

Bu cümleye hiç bir şey yazılmaz. Tek bir cümlede 4 koca yanlış. Buna da açıklama yapmaktan utanıyorum. Ama ne acı ki; bu adam şu anda AKİL ADAM! Allah aklımızı korusun.

………………………………………….

Yazımız her ne kadar istemesek de, hacimli oldu. Artık toparlayalım:

Çanakkale Muharebeleri, Mustafa Kemal’in hem orduda bir yıldız olarak parlamasına imkan verdi, hem de onun daha sonraki hayat ve mücadele safhalarında, desteği, şöhret dayanağı oldu.

..............................................








Çanakkale zaferle sonuçlanmıştır. Ancak rahatsızlanan Mustafa Kemal’i iyice yoran bir gelişme yaşanmıştır.

Enver Paşa, cepheye gelmiş, karargahları gezmiş ama  emrinde 100.000 kişinin olduğu ve savaşta en çok sivrilen isim olan Mustafa Kemal’i ziyaret etmemiştir. Bu duruma tepki olarak, Mustafa Kemal istifasını Ordu komutanı Liman von Sanders’a verir. Ancak Liman Paşa kabul etmez ve bu istifayı İstanbul’a iletmez. Bunun yerine Enver Paşa’ya bir mektup ile durumu haber verir.

Enver Paşa emrivaki bir mektupla Mustafa Kemal’e geçmiş olsun diler ancak husumet bitmemiştir.

Mustafa Kemal İstanbul’a döner. Yerine ise Fevzi Çakmak atanır. Bu atamayı yanlış yorumlayanlar için kısaca belirtmek lazımdır ki, savaş bitmiştir. Artık birlikleri toparlama ve dağıtma aşaması kalmıştır. Mustafa Kemal ise hem muzaffer hem yorgundur.

İstanbul’a annesi ve kız kardeşinin yanına gider. Bu arada bir gelişme daha yaşanır. Harbiye Nezaretinin çıkardığı ‘Harp Mecmuası’ dergisi, kapağa Mustafa Kemal’i koyacaktır.

Basımdan bir gün önce Enver Paşa olaya müdahale eder ve amcası Halil Paşa’nın resmini koydurtur. Açıklaması ise şöyledir:

-‘Muvaffakiyet askerindir. Şahsı sivriltmeye lüzum yok!’

İnanılır bir cümle olabilirdi tabi bu; amcasının resmini koydurmasaydı. Mesele şahsı sivriltmekse amcası Halil Paşa şahıs değil mi? enver Paşa hakkında binlerce sayfa kitap okumuş bir insan olarak şunu söylemeliyim, Enver Paşa kabul edilemeyecek hatalara sebep olmuşsa da; mantık olarak sevilmeyecek bir insan değildir. Ancak nasıl ki Mustafa Kemal onu kıskanmışsa, onun da Mustafa Kemal'i kıskanması insanidir.

Ayrıca özellikle konu Mustafa Kemal olunca, bu cümle çok sık duyuluyor: Efendim savaşı askerler kazandı, şahsı öne çıkarmayalım!

Peki soruyorum İstanbul’u Fatih Sultan Mehmet tek başına mı fethetti? Niye Fatih diyoruz?

Yüzlerce örnek verebiliriz bu konuda; zaferler sivrilen komutanları ile anılır. Bu bütün dünyada böyledir. Ancak Milli Mücadele için bile, Başkomutanı fazla ön plana çıkarmayı yadırgayanlar var. Neymiş; askerler kazanmış! E tabi ki şehitlerimiz ve gazilerimiz sayesinde ama bunların bir komutanı yok mu?

Biz artık 1916 ve sonrasına geçelim….

Keza Çanakkale’den sonra Suriye Cephesinde de savaşan Mustafa Kemal, burada bir ara tüm kuvvetlerin başına geçer. Mütareke yıllarını ise İstanbul’da çeşitli temaslar ve planlarla geçirmiştir.

Biz bir dahaki yazımızda bu safhalardan başlayarak Milli Mücadele yıllarına gireceğiz….

Not: Yazımız en son 20.11.2013 tarihinde güncellenmiştir.

 

 



11786 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın


 Kahve Falı Yasağı, Tekke ve Zaviyeler Kanunu İçin Bir Hazırlık mı?

 

 Adnan Menderes Mahkemesini yenileme talebi İskilipli İçin Hazırlık mı?

Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar32.451932.5820
Euro34.798834.9382
Hava Durumu