Site Menüsü
Üyelik Girişi
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi2
Bugün Toplam31
Toplam Ziyaret764458

Osmanlı'nın son nefesleri. Trablusgarp ve Balkan savaşları, ve nihayetinde 1. DÜnya savaşı ve Mondros incelenmiştir.

5. MEHMET (SULTAN REŞAD) – İTTİHAT VE TERAKKİ DÖNEMİ

 

 

 

 

Evet artık her ne kadar 2. Abdulhamid’den sonra padişahlığa Sultan Reşad geldiyse de, artık güç İttihat ve Terakki liderlerinde idi denilebilir. İlk olarak 2. Abdulhamid’i tahtan indiren İttihat ve Terakki (Birlik ile İlerleme Partisi), daha sonra kendilerine yakın isimlerden bir hükümet kurulmasını sağlamışlardır. Kanun-i Esasi güncellenerek yürürlüğe girmiş ve Padişahlık kurumu bir nevi göstermelik hale gelmiştir.

Peki kimdir bu İttihat ve Terakki:

İşin ilginç yanı, bu konuda birkaç şahısın yazdığı anektodların dışında belge-bilgi yok denecek kadar azdır. Toplantı tutanakları, kuruluş bildirgesi ve benzeri resmi evraklar henüz gün yüzüne çıkmamıştır. Kimi iddialara göre bu evraklar Talat Paşa tarafından yakılmıştır.

Lakin bilinen genel görüş şu şekildedir ki; 1. Meşrutiyeti ilan ettiren  Genç Osmanlılar akımının ve Kanuni Esasi’nin izinden gidildiği aşikardır. 1. meşrutiyet döneminin  liderleri  Ziya Paşa, Ali Suavi, Namık Kemal ve Mithat Paşa gibi isimler artık yoklardı.

Ancak Abdulhamid’e karşı atılan ‘Hürriyet’ nutuklarının ve ilan edilen 2. Meşrutiyetin yeni liderleri yavaş yavaş belirmişti. Enver Paşa, Niyazi Bey, Talat Paşa, Cemal Paşa.

31 Mart olayından sonra, İttihat ve Terakki Partisi ile arasının açıldığına dair çıkan söylentiler üzerine Said Nursi Efendi de;1909 Nisan’ında yayınlanan ve “Sen Selanik’te İttihat ve Terakki ile ittifak etmiştin neden ayrıldın ?” sorusuna Volkan gazetesinde verdiği cevap yazısında, şunları söylüyordu: “Ben ayrılmadım onların bazıları ayrıldılar. Niyazi Bey ve Enver Bey gibi adamlarla şimdi de müttefikim. Lakin bazıları bizden ayrıldılar. Bataklık yoluna saptılar”

İttihat ve Terakki konusu ayrıca bir yazıda incelenmeye değerdir ve incelenecektir.(T.K.)

Çünkü bir geçiş sürecini temsil etmekle ve daha da önemlisi nerede nasıl ne koşullarda kurulduğu konusunun hala netlik kazanmamasıyla geçmişten bugüne hiç değişmeyen bir tartışma konusudur.

İttihat ve Terakki 3-5 kişinin öncülüğünü yaptığı bir hareketten çok daha fazlasıdır. Çünkü o dönem dünyadaki gelişmeler ister istemez özellikle Askeri okullarda ve Tıbbiye gibi okullarda takip ediliyordu. Ve artık tüm dünyada imparatorluklar yerini demokrasilere bırakıyordu. Fransız devrimi ile başlayan bu hareketler, insanların yönetimde en azından seçtikleri ile söz sahibi olabilmesini mecburi kılıyordu. Ama bu sürece nasıl geçilecekti. İşte bu noktada İttihat ve Terakki hareketinin en büyük eksiği göze çarpıyor. Süreçlere bakıldığında net olarak görünen şu ki; ‘Hürriyet’, ‘Kanun-i Esasi’, ‘2. Meşrutiyet’ falan denilirken, bu amaca ulaşıldıktan sonrası ile ilgili hiçbir hazırlık yoktu. Zira bu sebepten Meşrutiyet ilan edilmiş ama idare yine eski insanlara kalmıştı. Politika da yine eskinin devamı gibiydi. Enver Paşa’nın idareyi aldığı yıllara kadar adı 2. Meşrutiyet olan ama ortada net bir değişiklik görülmeyen bir idare boşluğu, sürekli darbeler, hükümet değişiklikleri, idamlar ve belirsizlikler, bize göre yaşanan tüm olumsuz koşulların en büyük sebebi idi.

Peki Enver Paşa en tepeye yerleştiğinde ne oldu? Sadece kısmi değişiklikler ve 1. Dünya harbi. Yani olumlu birkaç reformun yanında, bu idare de bir felaketle sonuçlandı ve İttihat ve Terakki’nin 3 lideri de yurtdışına kaçtılar ve oralarda öldürüldüler.

 

Enver Paşa ile ilgili bir çok kaynak incelemiş birisi olarak, baştan söyleyebilirim ki; kötü bir insan değildi elbette. Büyük hedefleri ve idealleri olan ama birikimi ve vizyonu maalesef yetersiz kalan bir insandı. Lider miydi? Evet. Vatansever miydi? Evet. Dindar mıydı? Evet. Olumlu şeyler yaptı mı? Evet. Ama teraziye koyarsak, olumsuz icraatları çok ama çok daha ağır oldu. Ama ideallerinden hiç vazgeçmeyerek ve bunda aşırı özgüveni ile ısrar ederek; bir taraftan at üstünde savaşarak ölürken, diğer taraftan yüzbinlerce insanın ölümünün de faili olarak kaldı.

Bu konuda Ş. Süreyya Aydemir'in 3 Ciltlik 'Enver Paşa' ktaplarını tavsiye ederiz.

....................

 

Şimdi sürece göz atalım:

31 Mart Olaylarının ardından 1909 yılında; II. Abdülhamid Meclis-i Milli tarafından tahttan indirildi ve 65 yaşında olan Veliaht Reşad Efendi  İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin desteğiyle tahta çıkartıldı. Saltanat adı olarak, asıl adı olan "Reşad" değil, "Mehmed" adının kullanması kararlaştırıldı. Bu isim değişikliği ayandan Ferik Sami Paşa önerisiyle yapıldı.

Bu tercihin gerekçesinin, Fatih Sultan Mehmed'in İstanbul'a ordusuyla girişi ile Hareket Ordusu'nun İstanbul'a gelişi arasında bir bağlantı kurmak olduğu belirtilmektedir. 

Padişahlığa Meclis-i Milli kararıyla gelmesine rağmen, Osmanlı Hanedanı'nın "ekber evladı" olması ile de padişah olmaya hakkı bulunmaktaydı.

Sultan II. Abdülhamit'in padişahlığı sırasında sarayda kapalı bir hayat yaşadığı için devlet işlerinde tecrübe edinememişti ve yaşı da 65'e gelmişti. Zaten yumuşak huylu ve zayıf iradeliydi. Bu nedenlerle padişahlığı sırasında devlet yönetimi, daha çok İttihat ve Terakki Partisi'nin genç ve dinamik ileri gelenlerinden Enver Paşa, Talat Paşa ve Cemal Paşa'nın elinde kaldı.

Piyasaya onun adını taşıyan "Reşad Altını" sürüldü. Birçok İstanbul semtine, Anadolu kasaba ve köylerine "Reşadiye" adı verildi.

V. Mehmet (Sultan Reşad) ilk saltanat günlerinde, adi  suçluların ve özellikle 31 Mart Olayı ile ilişkili ve İttihat ve Terakki Partisi aleyhtarı siyasi suçluların kentin meydanlarında asılmalarına onay vermeyeceğini  mabeyn üyelerine ısrarla bildirmesine rağmen, sonunda iktidarda bulunan İttihat ve Terakki Fırkası idarecilerinin ısrarlarına karşı gelemeyip bunlara onay vermek zorunda kaldı.

Şehir halkı için, meydanlarda kurulan darağaçlarında asılan suçluların cesetleri İstanbul'da olağan görüntüler haline geldi. Bu icraat, Mehmet Reşad'ın saltanat döneminde gayet çok sayıda kanun, kararname ve irade-i saniyeye hiçbir itiraz şerhi koymadan ve hatta farkına varmaksızın onay vermesinin baş örneklerinden biri oldu.

Bir kıyaslama yapmak gerekirse; Mithat Paşa’nın şüpheli ölümü dışında, 2. Abdulhamid zamanında asılan tek bir insan bile yoktu. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 2. Abdulhamid hakkındaki sözü de sanırım bu detayı gösteriyordu. Yani  ‘’Azami müsamaha’’.

Bu arada hatırlatmak lazımdır ki; 29 Ekim 1907’de Mustafa Kemal de arkadaşı Ali Fethi Bey’in ısrarı ile 322 numaralı üye olarak derneğe girmişti. O dönem Kazım Karabekir, İsmet İnönü ve daha bir çok subay bu yeni hareketin etkisi altında kalmışlardı. Ancak Cemiyetin 1909’da Selanik’te düzenlediği kongreye Trablus delegesi olarak katılan Mustafa Kemal, bu kongrede yaptığı konuşmasında partiyi tenkit etti. Özellikle cemiyet içinde zabitlerin (subayların) bulunmaması gerektiğini, siyasetle uğraşanların ise askerlik görevini bırakması gerektiğini söyledi. Aksi halde askerî emir-komuta zincirinin, cemiyetin hiyerarşisi ile karışacağını ve askerî disiplinin sekteye uğrayacağını öne sürdüğü konuşması belgeler arasındadır. Ona göre cemiyet, komita hüviyetinden çıkmalı ve partileşmeliydi.  Birçok parti yöneticisi Mustafa Kemal'in görüşlerine katılmadı. Sadece daha önceki kongrede aynı fikri savunmuş olan Kâzım Karabekir destekledi. Bu tarihten sonra Mustafa Kemal İttihat ve Terakki'yi ve dolayısıyla siyaseti 1923'e dek bırakmış, sadece askerlikle ilgilenmeye başlamıştır. Zaten Enver Paşa ile Mustafa Kemal arasındaki sürtüşmeler bu devirden sonra iyice gün yüzüne çıkmıştır.

Konuya detaylı olarak değineceğimizi hatırlatmak kaydı ile burada kısaca 2.Abdulhamid- Mustafa Kemal- Enver Paşa ilişkisine dair birkaç cümle verelim.

2. Abdulhamid hatıratında Mustafa Kemal  ile ilgili bir çok görüş bildirmiştir. Bunları göreceğiz. Ama burada şu cümlesine değinmek lazım:

''…..Gerçekten bir defa daha gelmiş, bana haber verdiler. Sırtında bir pelerin vardı. Ve arkadaşına veda ediyordu. Uzaktan yüzünü iyi seçemedim, sıradan askerlere benzemiyordu. Tehlikeli bir sükuneti vardı. Enver Paşa’nın niçin çekindiğini o zaman anladım.''

Evet Enver Paşa ve Mustafa Kemal arasında hep bir sürtüşme olmuştur. Yer yer Mustafa Kemal Enver Paşa’yı, yer yer Enver Paşa Mustafa Kemal’i kıskanmıştır.

Misal Enver Paşa yeri gelecek Mustafa Kemal’in terfisini isteyenlere :

-Mustafa Kemal’in tuğgeneralliği cebimdedir. Ama siz onu bilmezsiniz, o hiçbir şeyle memnun olmaz. General olur, korgenerallik ister. Müşir yaparsınız, bununla da yetinmez padişahlık ister.

diyecektir.

Bu cümle Mustafa Kemal’e aktarıldığında tepkisi ve cevabı ilginçtir:

-Ben Enver’in bu kadar zeki ve ileri görüşlü olduğunu bilmezdim….

Enver paşa ki; en üst makamları istemiş ve elde etmiş, ve hatta Padişah damadı bile olmuş ve gücü tekelinde tutmak istemiş hırslı bir kumandan olmasına rağmen; Mustafa Kemal'de aynı hırsı görmesi sebebiyle kendisine rakip görmüştür.

Bu konulara ileride değineceğiz….

.....................

Ve olaylar başlıyor

29 Aralık 1909'da devlet idaresini yüklenmesine rağmen, İttihat ve Terakki Fırkası üyelerinin baskıları sonucu Sadrazam Hüseyin Hilmi Paşa istifa etti. Yerine Roma Sefiri olan İbrahim Hakkı Paşa göreve atandı  ve 12 Ocak 1910'da yeni hükümetini kurdu. Bu hükümetin daha serbest olacağı beklenmekteydi; ama çok geçmeden kabine; İttihat ve Terakki Fırkası liderleri, ordu ve Harp Nazırı olan Mahmud Şevket Paşa'nın etkisi altına girdi.

Aynı yıl "1910 Arnavutluk İsyanı" çıktı ve bu ayaklanma 1 Ocak 1911'de üzerine gönderilen Harbiye Nazırı Memduh Şevket Paşa komutasındaki güçler tarafından bastırıldı. 1908'de Girit Parlementosu üyelerinin başbakanın tatilde olmasını ve Osmanlı’da İkinci Meşruriyet kurulmasını fırsat bilerek Yunanistan'la birleşme oyu vermelerinden sonra, 1910'da Yunan kralına bağlılık yemini vermeleri Osmanlı devletine ve V. Mehmed'e bağlı olmaları gerekmesi sorununu yeniden depreştirdi. Ahmed Samim Bey'in başyazarı olarak çıkarılan "Sada-yı Millet" gazetesinin Patrikhane lehine çalıştığı söylentileri yayılması üzerine, 9 Haziran 1910'da Ahmed Samim Bey bir suikaste hedef olarak Bahçekapı'da vurulup öldürüldü.

 

Cemiyet zamanla içinde birliği sağlamakta güçlük çekmeye başladı ve 1911’de meclis içinde yeni muhalif partiler ortaya çıktı. Eylül 1911’deki kongreden sonra kurulan Hürriyet ve İtilaf Fırkası, en büyük rakipti.

Bu 'Hürriyet ve İtilaf Fırkası'na Sultan Vahideddin yazılarımızda daha detaylı değineceğiz.

 

 

………………………………………………………………………………………………………………….

 

Trablusgarp Savaşı

Tek bir ülke olarak birleşmekte diğer Avrupa ülkelerine göre geç kalan İtalya, sömürgecilik yarışına katılarak Kuzey Afrika'da Osmanlılara ait olan Trablusgarp'ı ele geçirmek istedi. Avrupalı devletlerin de desteğini alan İtalya, Osmanlı Devleti'ne bir ültimatom vererek, Trablusgarp'ın kendisine bırakılmasını istedi. İtalyanların bu isteği reddedilince Trablusgarp ve Bingazi işgal edildi (1911).

29 Eylül 1911'de Trablusgarp'ın İtalyanlarca işgali üzerine sadrazam İbrahim Hakkı Paşa hükümeti istifa etti. Ortaya çıkan kabine krizinde, Meclisteki İttihat ve Terakki Partisi grubunun desteğiyle sekizinci kez Mehmed Said Paşa sadrazamlığa getirildi. Ama İbrahim Hakkı Paşa ve kabinesi üyelerinin Divan-ı Ali'de yargılanmaları sorunu Meclis-i Mebusanı karıştırdı. İttihat-ı Terakki Partisi bu yargılamayı istememekteydi. Hükümet ile Meclis arasında anlaşmazlık çıktı. Mehmet Said Paşa hükümeti 30 Aralık'da istifa edip yeniden sadrazam tayin edilip hükümetini yeniledi. İttihat ve Terakki Partisi bu anlaşmazlığı çözmek yolu olarak Kanun-i Esasi'nin padişaha verdiği Meclis'-i Mebusanı kapatması yetkisini kullanmaya V. Mehmed'i zorladı ve 18 Ocak 1912'de Meclis-i Mebusan kapatıldı ve İstanbul'da sıkıyönetim ilan edildi.

(Tarihi bir ironinin notu olarak düşelim ki; 2. Abdulhamid'in meclisi kapatmasına isyan eden güruh, Meclis'i kapatıyordu.)

Temmuz 1912'de İtalya Osmanlı Devleti'ni barışa zorlamak için Çanakkale'de Osmanlı istihkamlarını denizden topa tuttular. Ayrıca Ege Denizi'ndeki 12 adaya asker çıkardılar.  Enver Bey Trablusgarp'a geçerek Derne ve Tobruk'da önemli direniş hatları oluşturuldu. Mustafa Kemal'de Trablusgarp'da görev yapan subaylar arasındaydı. Balkan savaşlarına kadar direniş devam etti.

 

Balkan Savaşlarının başlaması üzerine tüm askeri birlikler geri çağırılarak, İtalyanlarla barış imzalandı ve Trablusgarp Savaşı sona erdi. Yapılan Uşi Antlaşması'na göre Trablusgarp ve Bingazi İtalya'ya verildi. 12 ada Yunanistan'ın işgal etmemesi için geri verilmek üzere İtalya'da bırakıldı.

Burada belirtmek gerekir ki; Balkan savaşı çıkana kadar bu genç subaylar Trablusgarp'ta İtalyanlara karşı destansı bir direniş sergilemiş ve üstün durumdalarken bu mecburi geri çağrılışlarını hatıralarında acı bir anı olarak yazmışlardır.

 

1912 Arnavutluk Ayaklanması, "Halaskaran Zabıtan" ve 1912 hükümet buhranı 

18 Ocak 1912'de kapatılan Meclis-i  Mebusan için yapılan seçimler ve Nisan 1912'de seçilen mebuslar İttihat ve Terakki Partisi aleyhtarları tarafından tenkit edildi ve "Sopalı Seçim" olarak isimlendirildi. Partinin orduyu kullanarak bazı bölgelerde halkın tepkisine karşı geldiği iddia edildi. Hükümet İtalya'nın Arnavutluk'a da gözlerini diktiğini bildiği için Arnavutluk'a yeni ordu birlikleri göndermişti. Arnavutluk'ta ordu komutanı olan İsmail Fazıl Paşa komutasındaki birliklerden şikayetler gelmeye başladı. Arnavutluk’ta Priştineli Hasan ve diğer bir iki adayın mebus çıkarılmaması için yapılan müdahalelerin 1912 Arnavutluk Ayaklanmasına baş sebep olduğu ifade edilmiştir.

Bunu bahane bulan muhalif Hürriyet ve İtilaf Fırkası'nın önemli  üyesi Dr.Rıza Nur'un Arnavutluk'ta bir yeni ayaklanma çıkması için isyanın liderlerinden olan ve Sinop'ta sürgünde bulunan Yakova'lı Rıza ile anlaşmış ve kışkırtıcılık yaptığı belirtilmiş, Dr. Rıza Nur'da hatıralarında bunu itiraf ederek 'İftihar sebebimdir' diyebilmiştir. Bunları göreceğiz.

......................


İsyancı Arnavutların liderleri Priştineli Hasan, Yakovalı Rıza, Necip Dirağa, ve İsa Bolatın idi ve İstanbul ile irtibatı Rıza Nur sağlıyordu. Bu isyancılar yayınladıkları bir beyanname ile istediklerini 'Yeni kabinenin düşürülmesi, Meclis-i Mebusanın tekrar feshi ve seçimlerin yenilenmesi, Askeri hizmetlerin mahalli olması, Memurların Arnavutçayı bilmeleri veya Arnavutlardan tayini' olarak ilan ettiler. Bu durum Arnavutluk'ta hükümetin otoritesini sarstı.

22 Haziran 1912'de isyan devam etmekte iken yüzbaşı rütbeli Tayyar Bey ve Mümtaz Bey; teğmen rütbeli Tahsin Bey, Celâl Bey, Kasım Bey, Melek Fraseri Bey, Nafiz Yey ve Hamza Bey, 1909'da II. Meşrutiyetin ilanı sırasında Resneli Niyazi'nin dağa çıkmasının benzeri olarak, Manastır'da dağa çıktılar. Hükümet olayların yatıştırılması ve bastırılması için tedbirler almaya çalıştı. İttihat ve Terraki Partisi genel kâtibi Eyüp Sabri Bey ve Ömer Naci Bey olay yerine gitti ama ekstradan Şehabettin Bey komutasında bir askeri birlik de gönderildi.

Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa'nın bu olayları askeri tedbirlerle bastırma isteğinde olmadığı dağa çıkan isyancılara anlatılıp, isyan yerine politik yollar kullanılmaları konusunda ikna edildiler.

Arnavut isyanı sırasında, İstanbul'daki siyasî muhalefetle, ordu içinde "Haleskeran Zabitler" adı verilen bir grup arasındaki ilişkiler ortaya çıkmıştı. Bu muhalif ordu grubu Selanik'te Galip Paşa ve İtalya'ya karşı İzmir'de toplanan birlikler içinde bir tabur kumandanı olan Hüseyin Avni Bey'in öncülükleri altında idi.

Böylece, Balkanlar ve özellikle Arnavutluk'ta ve İzmir'de yığılmış olan kıtaların subayları, İttihat ve Terakki Partisi aleyhinde siyasi baskıya giriştiler. "Haleskeran Zabitler" adına Bostancı'da bir toplantı yapıldı. Bu toplantıya Ferid Paşa, Suphi Paşa ve Zeki Paşa güya aracı olarak katıldı. Melamiler Şeyhi Terlikçi Salih Efendi gibi Hürriyet ve İtilaf Partisi elemanları da toplantıda bulundular. Bu toplantıda Halâskâran Grubu bir beyanname yayımladı. Bu beyannamede hükümetin istifası istenmekteydi. Ama ayrıca Meclis-i Mebusan Başkanı Halil Bey'in evine hükümetin düşmesini sağlaması için bir gizli tehdit mektup da gönderildi.

Hükümette bulunan Harbiye Nazırı ve Bahriye Nazırının istifaları üzerine 16 Temmuz 1912'de Mehmet Said Paşa sadrazamlıktan istifa etti. Yerine en kıdemli müşir ve çok saygın bir asker olan Ahmed Muhtar Paşa "Büyük Kabine" adı verilen yeni bir hükümet oluşturdu. Bu kabine içinde eski sadrazamlardan Kıbrıslı Mehmed Kâmil Paşa, Hüseyin Hilmi Paşa, Avlonyalı Mehmed Ferid Paşa bulunmakta ve Bahriye Nazırı olarak da sadrazamın oğlu olan Mahmud Muhtar Paşa bulunmaktaydı. 

Bu hükümetin partiler ve siyasal görüşler üstü bir politika uygulaması hedeflenmişti. Ama Balkan Savaşı çıkması dolayısıyla bu hedefine ulaşmakta başarılı olamadı.

Balkan Savaşları'nın çıkması üzerine Ahmed Muhtar Paşa'nın önerisiyle 5 Ağustos 1912'de 4. Meclis-i Mebusan dağıtıldı. Sıkıyönetim ilan edildi. 29 Ekim 1912'de de Ahmed Muhtar Paşa sadrazamlık görevinden istifa etti. Yerine dördüncü kez Kıbrıslı Mehmed Kâmil Paşa sadrazamlığa getirildi.


........................


Balkan Savaşları




I. Balkan Savaşı

1878 tarihli Berlin Antlaşmasında umduğunu bulamayan Bulgaristan bağımsızlığını kazandıktan sonra Balkanlar'da etkin bir politika izlemeye başlamıştı. Bosna-Hersek'in ilhakı ise Sırbistan'ı aynı yönde bir politika izlemeye itti.

1912 yılında bu iki devletin çıkarlarının çatışmaması için Rusya; Bulgaristan ve Sırbistan arasında arabuluculuk ve düzenleyicilik yapmaya başladı. Osmanlı Devleti'ne karşı yapılan ittifaka Yunanistan ve Karadağ da katıldı.

Uzun zamandır beklenen bu savaş 18 Ekim 1912 tarihinde başladı. Balkan Devletleri, özellikle Makedonya'yı paylaşmak için fırsat arıyorlardı. Osmanlı Devleti'nin içinde bulunduğu ekonomik ve siyasi krizlerden yararlanmak isteyen Balkan Devletleri, bu tarihte savaş ilan ettiler.

Savaş başladığında, Balkanlardaki Osmanlı Orduları toplamda 12.024 subay, 324.718 asker, 47.960 yük binek hayvanı ve savaş atı, 2.318 top ve 388 makineli tüfekten oluşmaktadır. Bunlardan 920 subay ve 42.607 askerde geri hizmette idi. Böylece 3 orduya dağılmış 293.206 subay ve asker kalıyordu ve bunlarda 4 orduya bölünmüştü.

Bunun karşısında ise 3 Slav ittifak gücü (Bulgaristan, Sırbistan, Karadağ) genişleme planları içinde ordularını konuşlandırmıştı. Sırplar ve Karadağlılar Sancak eyaletinde, Bulgar ve yine Sırplar Makedonya'da ve Trakya'da idi ve 346.182 askerden oluşan Bulgar ordusu Trakya’yı hedeflemişti. Karşısında 96.273 asker ve 26.000 garnizon askerinden oluşan Osmanlı Trakya ordusu (Doğu Ordusu) bulunmaktaydı. Bu sayı Hall ve Erickson'un 1993 basımı "The Turkish Gen. Staff's study" adlı eserinde ise toplamda 115,000 olarak gösterilmektedir.

Kalan Osmanlı ordusu ise 200.000 kişiydi ve Makedonya'da konuşluydu. Karşısında ise 234.000 Sırp ve 48.000 Bulgardan oluşan Sırp komutanlığının emrinde bir ordu ve 115.000 kişilik Yunan ordusu bulunmaktaydı. .

Yunanlılar Epir ve İşkodra'ya doğru mevzilenmiş iken kuzey Arnavutluk'ta Karadağlılar da Osmanlı'ya karşı mevzilenmişti.

Rusya'nın saldırmama garantisine güvenen Osmanlı İmparatorluğu ordularının büyük bir kısmını terhis etmişti. Bu araştırılması gereken bir husus olarak kaldı.

İ. Balkan Savaşı sırasında birçok cephede birden savaşmak zorunda kalan Osmanlı Devleti ağır yenilgiler aldı.

 

 

Bulgarlar Çatalca'ya kadar ilerlediler, Yunanlar Selanik'i işgal etti. Bu olaylardan faydalanan Arnavutluk bağımsızlığını ilan etti.

Uğranılan bu ağır yenilgiler üzerine, Bab-ı Ali barış istedi ve Londra Konferansı düzenlendi. Bu konferans ile, Osmanlı Devleti büyük bir kayba uğruyordu.

Yapılan bu konferans ile, Osmanlı Devleti büyük bir kayba uğradı. Bu kayıp şöyledir:

  • Osmanlı Devleti, 167.312 km2'lik alan kaybetti. Bu alanda, 6.582.000 nüfus vardı.
  • Bulgaristan, 25.257 km2
  • Yunanistan, 55.919 km2
  • Sırbistan, 41.873 km2
  • Karadağ, 5.590 km2
  • Arnavutluk, 25.734 km2'lik alan kazandı.

 

Balkan Devletlerinin, bu toprak kazancı ile nüfusları önemli oranda arttı. Bu devletlerden, Sırbistan ve Bulgaristan, en çok toprak kazanan devletler olurken, en az toprak kazanan devlet ise Karadağ oldu. Bu savaş sonucunda, Kırklareli’ne kadar olan tüm topraklar kaybedildi. Ancak, bu toprak dağıtımında birçok devlet birbirine düştü. Neden olarak ise; toprak paylaşımının adaletsizliği bahane edildi. Bu nedenle, II. Balkan Savaşı başladı.

2. Balkan Savaşı 

Savaşın galipleri; Osmanlı Devleti'nden aldıkları toprakları kendi aralarında paylaşırken anlaşmazlık içerisine girdiler. Sırbistan, Yunanistan ve Romanya, Bulgaristan'a karşı savaşa başladı. Osmanlı Devleti bu fırsattan yararlanarak Bulgaristan'a savaş ilan etti. Osmanlı ordusu tarihi şehir Edirne'yi kurtardıktan sonra Meriç'e kadar ilerledi ancak, Avrupalı devletlerin müdahalesi ihtimaline karşı daha fazla ileri gitmedi. II. Balkan Savaşı sonunda yapılan İstanbul Antlaşması ile Edirne ve Kırklareli Osmanlı Devleti'ne geri verildi. Kavala ve Dedeağaç  ise Bulgaristan'da kaldı. İki devlet arasında Meriç Nehri sınır oldu.

 

1913'de siyası gelişmeler ve Bab-ı Ali Baskını

23 Ocak 1913'te İttihat ve Terakki Fırkası ileri gelen ismi olan Binbaşı Enver öncülüğündeki Yakup Cemil ve adamlarından bir İttihat ve Terakki Partisi fedai grubu Bâb-ı Âli'de bakanlar kurulu toplantısını bastı. Bu baskın sırasında Harbiye Nazırı Nâzım Paşa öldürüldü.

 

 

 

Daha sonra Sadrazam Kamil Paşa makamına giden baskıncılar, onun başına tabanca dayayarak istifaya zorladılar. Yerine İttihat ve Terakki Partisi'nin baş adamı olan Mahmut Şevket Paşa sadrazam oldu. Bâb-ı Âli Baskını olarak anılan bu olaydan sonra muhalefet şiddetli polis baskısıyla etkisiz hale getirildi. . Kâmil Paşa hükümetinin maliye ve dahiliye nazırları tutuklandı. En büyük muhalefet partisi olan Hürriyet ve İtilaf Partisi'nin liderlerinin birçoğu yurt dışına kaçtılar. Muhalefet gazeteleri kapatıldı. Mart 1913 Ahrar Partisi lideri olan Prens Sabahaddin'e yakın bazı kişilerin içinde yer aldığı bir hükümet darbesi girişimi de ortaya çıkartıldı. Bu olay üzerine Ahrar Partisi liderleri Prens Sabahaddin ve Dr. Nihat Reşat da yurt dışına kaçtılar.

11 Haziran 1913'te Sadrazam Mahmut Şevket Paşa'nın Beyazıd Meydanı'nda makam otomobilinin içindeyken uğradığı silahlı suikast sonucunda hayatını kaybetmesi, İttihat ve Terakki Partisi'nin muhalefeti tamamen ezebilmesine vesile oldu. Yurt dışında bulunan muhalefet liderlerinin çoğu gıyaben idama mahkûm edildi. Basın ve siyaset dünyasında İttihat ve Terakki Partisi aleyhtarı olarak tanınan 322 kişi Sinop'a sürüldüler.

 

 

 

I. Dünya Savaşı 

Cemiyetin üst yönetimi ile Almanya arasında 2 Ağustos 1914'te hükümete ve padişaha haber vermeden imzalanan ittifak antlaşması sonucunda Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşı'na Almanya safında katıldı.

İlk olarak şunu tekrar edelim; Enver Paşa genç yaşta önce Genelkurmay Başkanı, daha sonra Başkumandan Vekili (Başkumandan görüntüde padişah idi, ama hiçbir şeye karıştığı görülmemiştir. Bu sebeple başkumandanlığı aslında daha 30’lu yaşlarda Enver Paşa yaptı denilebilir) sıfatıyla koca Osmanlı’nın ordusuna hükmediyordu. Yetenekli olduğu kesindi ama hele o yaşta vizyonu maalesef yetersiz kaldı. Esasında orduda gençleştirme hareketi olumlu sonuçlar verdi. Ancak o aşırı hayalperest yanıyla mevcut şartların çok üstünde hedefler belirlemişti. Osmanlı parçalanıyorken o önce İran’a sonra da Orta Asya’ya hakim olma hayalleri kuruyordu.

 

Balkanlarda bile yenilen Osmanlı’yı böyle inanılmaz hedeflere, hem de hemen götürmeye çalışmak hem kendi sonunu hem de yüzbinlerce insanın sonunu getirdi.

Bu politikalarını uygulamak için Almanya’ya haddinden fazla güveniyordu. Ona göre Almanya’nın yenilmesi imkansızdı. 

Zaten Trablusgarp savaşı üstüne bir de Balkan savaşlarında tükenmiş orduyu ve milleti 1. Dünya savaşına sokmak, kesin olarak onun sorumluluğu ya da sorumsuzluğu idi. Abdulhamid Han olsa denilebilir ki; biz bu savaşa girmez ve tükenmezdik. Zaten Enver Paşa iyice Tek Adam olmaya soyunmuş idi. Almanya ile çok önceden ittifak antlaşması imzalamış ve bundan kendi hükümeti ve yakın arkadaşlarına bile haber verme gereği duymamıştı.

 



Savaşa girişimiz ise birkaç cümle ile şöyle oldu. Akdeniz’de Fransız ve İngiliz donanmaları ile savaşan 2 Alman gemisi ( Goeben ve Breslau) Osmanlı’ya sığındı. Osmanlı’nın bu gemileri kabulü, tarafsızlığa aykırı idi. Ancak diplomatik bir hamle ile; Osmanlı bu gemileri satın aldığını açıkladı. Ve adları Yavuz ve Midilli olarak değiştirildi. Peki tayfası? Hayır. Komutanı? Hayır. Zaten bilindiği üzere o dönem yapılan gençleştirme ve modernleşme planı uyarınca, orduya Alman generaller eğitim veriyordu. Ancak daha sonra iş daha da abartılarak Genelkurmay Başkanlığına da, Ordu komutanlıklarına da Almanlar getirilecekti. Zaten ilk isyanlar bu aşamada başlamıştı. Başta Mustafa Kemal, Kazım Karabekir, Ali Fuat Paşa gibi komutanlar, Alman generallerin ancak okullarda görevli kalmasını, Türk askerinin başına getirilmesinin uygunsuz olduğunu Genelkurmay’a yazılı olarak bildirdiler.

Zaten ileride Mustafa Kemal Atatürk yazımızda bunlara değineceğiz. Ancak burada şu enteresan durumu da paylaşalım. Mustafa Kemal’in Ordu komutanlığını yapan Alman Liman Von Sanders Paşa’ya itirazı, hem de Sanders Paşa’nın haberi de olarak ve onu bir nevi ezerek direk Enver Paşa’ya yazdığı mektup hala mevcuttur. Bu mektuptan haberi olduğunu kendi hatıralarında yazan Sanders Paşa, yine de kendi hatıralarında Mustafa Kemal’i dahi olarak nitelendirmiş ve ondan övgüyle söz etmiştir. Bunlara değineceğiz.

............................

2 Alman gemisi Türk ismi verilerek ama tamamı yine Alman mürettebatı ile Karadeniz’de görevlendirildi. Alman Amirali Souchon da Enver Paşa’nın kararları ile “Osmanlı Donanma Komutanı” olarak atandı.

29 Ekim1914 günü, bu gemiler, sonradan Enver Paşa’dan onay alındığı ortaya çıkan bir hamle ile Rus gemilerine ve daha sonra Rus limanlarına saldırdı. Ve haliyle hemen Rusya, sonra İngiltere ve Fransa Osmanlı’ya savaş açtıklarını açıkladı. Önce bunun bir kaza olduğu sanıldı, ancak Enver Paşa’nın onayı ortaya çıkınca hemen o zamanki Sadrazam Sait Halim Paşa, bu vebalin altına giremeyeceğini bildirerek istifa etti.

Ancak iş işten geçmişti. Bu olay cemiyet içinde eleştirilere ve bölünmeye yol açtı. 

Cavit Bey, Ahmet İzzet Paşa gibi önemli İttihatçılar hükümetten ve askeri görevlerinden ayrıldılar. 

Padişah Sultan  Mehmet Reşad “Halife-i Müslimin” ünvanına dayanarak cihad ilan etti. Ancak bu ilan hiçbir şeye yaramadı. Hatta Said Nursi’de bir İttihat ve Terakki üyesi olarak bu fetvayı duyurmaya çalıştı, ancak sonuç alınamadı.

 

Bununla beraber, bu sırada Beylerbeyi Sarayı’nda oturan 2. Abdülhamid’in, 1914 yılı sonunda cihad ilanını öğrenince ‘Bu büyük bir silah idi ki, kullanılmadıkça daha büyük görünürdü. Asla kullanılmamalıydı’ dediği bilinmektedir.

..................

Sonuçta o zaman İngiliz sömürgesi olan, bugünkü Pakistan ve Bangladeş’te İngilizlere zorluk çıkaran Müslümanlar oldu ise de, Dünya genelinde kayda değer hiçbir gelişme yaşanmadığı gibi, Mekke Emiri gibi, Osmanlı'ya karşı savaşanların sayısı da hayli fazla oldu.

Savaş sırasında Talat Paşa sadrazamlığa getirildi. Harbiye nazırı ve başkomutan Enver Paşa'nın komutasındaki ordunun savaşın ilk aylarında Sarıkamış'ta, daha sonra ise Süveyş'te ve Irak'ta ağır yenilgiler alması ve Enver'e yakınlığıyla tanınan İaşe Nazırı Topal İsmail Hakkı Paşa'ya atfedilen büyük mali yolsuzluklar rejimi yıprattı.

Tabi bu arada Çanakkale Muharebesi veya daha doğru adıyla Çanakkale Destanı gibi galibiyetler de alındı. Bu ayrıca incelenecektir.  Ancak aynı anda hem Rusya, hem Süveyş, hem Irak, hem Bulgaristan, hem Çanakkale ve daha birçok cephede savaşmak zorunda kalan Osmanlı, Almanya’nın da yenilmesi ile tamamen teslim oldu.

Osmanlı’nın 1. Dünya savaşı sırasında çarpıştığı cephelere göz atalım:

 

Osmanlı İmparatorluğu'nun o zamanda savaştığı 8 tane cephe vardır. Bunlar birinci dereceden ve ikinci dereceden olmak üzere ikiye ayrılır.

Birinci Dereceden Cepheler;

  • Kafkasya Cephesi
  • Çanakkale Cephesi
  • Sina ve Filistin Cephesi
  • Hicaz - Yemen Cephesi
  • Irak Cephesi

İkinci Dereceden Cepheler;

  • İran Cephesi
  • Galiçya Cephesi
  • Makedonya Cephesi

 

Kafkasya Cephesi

 

Enver Paşa kumandasındaki Türk ordusu 21 Aralık 1914'te (o zamanki Rus sınırı olan) Köprüköy - Eleşkirt hattında hücuma geçti. Sarıkamış yakınında Allahuekber Dağlarına ulaşan ordu burada 1915 Ocağının ilk haftasında ağır bir yenilgiye uğradı. 130.000 kişilik asker mevcudunun 90.000'i çarpışmalarda veya soğuktan donarak şehit oldu. Geri kalanlar esir düştü.

 

 

Çar'ın amcası Grandük Nikola kumandasındaki Rus ordusu bir yıllık bir bekleyişten sonra 13 Ocak 1916'da Erzurum cephesinde harekete geçti. 16 Şubat 1916'da Erzurum, 3 Mart'ta Bitlis ve Muş, 18 Nisan'da Trabzon, 24 Temmuz'da Erzincan düştü. Ancak Ağustos ayında Bitlis ve Muş geri alındı.

Rusya'da 1917 Mart ayında Çarlık rejimine karşı başlayan ayaklanma Kasım ayında Bolşevik rejimin kurulması ve 1918 Ocak ayında Rus ordusunun dağılması ile sonuçlandı.

 

Rus ordusunun çekilmesi üzerine, onların boşalttığı alanlarda Antranik komutasındaki Ermeni birlikleri "Batı Ermenistan Geçici Hükümeti" ilan ettiler. Ancak hücuma geçen Türk ordusu karşısında tutunamayarak dağıldılar. 26 Şubat 1918'de Erzincan, 27 Şubat'ta Trabzon, 12 Mart'ta Erzurum, 2 Nisan'da Van kurtarıldı.

3 Mart 1918'de imzalanan Brest Litovsk Antlaşması ile Rusya savaşta kazandığı toprakları terkederek 1878 öncesi sınırlara dönmeyi kabul etti. Bu sırada Tiflis'te kurulan Transkafkasya  Cumhuriyeti'nin direnmesi üzerine Halil (Kut) Paşa kumandasında ileri harekete geçen Türk ordusu 25 Mart'ta Oltu, 3 Nisan'da Ardahan, 5 Nisan'da Batum, 15 Mayıs'ta Gümrü, 20 Temmuz'da Nahcivan'ı aldı ve nihayet 15 Eylül'de Nuri Paşa komutasındaki Kafkas İslam Ordusu Bakü Muharebesi'ni (1918) kazanarak Bakü'ye girdi. Ekim başında da bir Türk müfrezesi Dağıstan'da kontrolü ele aldı.

Ancak 30 Ekim'de imzalanan Mondros Mütarekesi uyarınca Türk ordusu işgal ettiği Kafkasya topraklarını bırakarak 1914 sınırına geri çekildi. Türk ordusunun boşalttığı Batum, Ardahan ve Kars'ta kurulan Milli Şura Hükümetleri 1919 ilkbaharında Kafkasya'daki İngiliz kuvvetleri tarafından tasfiye edildi.

 

Çanakkale Cephesi 

 

İtilaf Devletleri kara ve deniz güçlerinin Çanakkale Boğazını kontrol altına almasıyla İstanbul'u işgal etmek istiyordu. İstanbul'un işgaliyle Osmanlı İmparatorluğu savaştan çekilecek, Almanya bir müttefikini kaybedecek ve Rusya ile güvenli bir deniz ticaret ve ulaşım yolu açılmış olacaktı.

1915 yılının Şubat ve Mart aylarında müttefik donanmasının sahil top bataryalarını susturarak İstanbul'a ulaşma çabaları, Türk sahil topçusu ve mayın hatları nedeniyle başarısız olmuştu. Bunun üzerine İngiltere ve Fransa yüksek komutanlıkları, Gelibolu Yarımadası'nın işgal edilmesine karar vermişlerdir. 25 Nisan 1915 günü, yarımadanın altı kumsalında yapılan müttefik kuvvetler çıkartmasıyla Çanakkale Kara Savaşı başlamış oldu. Çıkartma kuvvetlerinin Türk savunması karşısında planlanan başarıyı sağlayamamaları üzerine 6 Ağustos 1915 tarihinde yeni kuvvetlerle Suvla Koyu'nda bir çıkartma daha yapılmıştır. Kurmay Albay Mustafa Kemal'in komuta ettiği birinci ve ikinci Anafartalar Muharebeleriyle bu ileri harekât da başarısızlığa uğramıştır. 9 Ocak 1916 tarihinde Gelibolu Yarımadası'ndan müttefik kuvvetlerin tahliyesi tamamlanmıştır.

 

 

İsmet Bozdağ tarafından 1975 yılında “Abdülhamid”in Hatıra Defteri” adıyla yayınlanan anılarında 2. Abdulhamid şöyle yazmıştır:

İşte bu sırada Rabbime şükürler olsun ki, ummaya bile cesaret edemediğim zafer haberi ulaştı. Düşman tasını tarağını toplamış askerlerinin yarısını denize, yarısını gemilerine dökerek Çanakkale önünden çekilip gitmişti. Bu büyük zaferi, Mustafa Kemal Bey adında bir miralay (albay) kazanmış. Allah, devletime hizmeti geçenlerden razı olsun.

 

Bu konulara ve Çanakkale destanına daha detaylı değineceğiz.

 

 

Hicaz-Yemen Cephesi 

Halk arasında adına türküler yakılan "Yemen Cephesi" adıyla da anılır. I. Dünya Savaşı boyunca Osmanlı İmparatorluğu 4 Tümenlik bir kuvvetle Arabistan'daki kutsal İslam şehirlerini korumaya çalıştı.

7. Kolordu'nun birer tümeni Hicaz, Asir, San'a ve Hudeybe'de konuşlandırılmıştı. Uzaklık sebebiyle bu tümenlere yeni asker, malzeme ve silah desteği sağlanamıyordu. 1916 yılında İngilizlerin kışkırtmasıyla, Arapların büyük kısmı Osmanlı Kuvvetlerine karşı ayaklandı. Mekke Emiri Şerif Hüseyin, bağımsızlığını ilan etti.

 

Bu bölgedeki en önemli Osmanlı direnişi Fahrettin Paşa komutasındaki Medine müdafaasıydı. Yemen'de İmam Yahya Osmanlı’ya bağlı kalırken Asir'de  Seyyid İdris de ayaklanmaya katıldı. Bin bir güçlükle Medine'yi, Yemen'i, Asir'in kuzeyini I. Dünya Savaşı sonuna kadar savunan 7. Kolordu Mondros Mütarekesi'nden bir müddet sonra, 23 Ocak 1919'da teslim oldu. Dönüşte kutsal emanetler İstanbul'a getirilmiştir.

 

Sina ve Filistin Cephesi

 

İngilizler 1914 yılı Aralık ayında Türk dostu saydıkları Hidiv Abbas Hilmi Paşa'yı yönetimden uzaklaştırarak, Mısır ve Süveyş Kanalı'na tamamen egemen oldular. Bahriye Nazırı ve 4. Ordu Komutanı  Cemal Paşa'nın, 14 Ocak 1915'te iki koldan Süveyş Kanalı'na yaptığı harekât (1. Kanal Savaşı) başarılı olamadı. Kanalı şişme botlarla aşmaya çalışan Osmanlı birlikleri ağır makinalı tüfek atışları sebebiyle daha kıyıya varamadan ağır kayıplar verdi. 4 Şubat 1915'te Birüsseba-Gazze'ye geri dönüldü.

1916 yılında Süveyş Kanalı'nı almak için 2. Kanal Harekâtı yapılırken, Mekke Emiri Şerif Hüseyin, İngilizlerin kışkırtmasıyla Osmanlı İmparatorluğu'na karşı ayaklandı. Ayaklanmanın bastırılması için 4. Ordu'dan bir kısım birlikler Hicaz'a gönderildi. Ordunun geri kalan kısmıysa, Gazze-Şeria-Birüsseba hattında savunmaya çekildi. 1917 baharında İngilizler, Gazze'ye saldırdı. 1. ve 2. Gazze Muharebeleri yapıldı. İngilizler Türklerin kahramanca savunması karşısında çekilmek zorunda kaldılar.

Aynı yıl Çanakkale’den 7. Ordu Komutanlığına atanan Mustafa Kemal Paşa, Yıldırım Ordular Komutanı General Liman Von Sanders ile anlaşamadı. Harbin yönetimini tenkit eden iki rapor yazdı. Mustafa Kemal elde kalan birliklerle ancak savunma savaşı yapılabileceğini, Alman komutan Falkenhayn'ın saldırıya geçme fikrinin tamamen yanlış olduğunu düşünüyordu. İstekleri kabul edilmeyince 6 Ekim 1917'de komutanlıktan istifa etti. (Zaten daha sonra haklı olduğu ortaya çıkınca, Yıldırım Orduları komutanı olarak bu cepheye geri dönecek ve Mondros’a kadar direnecekti.)

Savaş hazırlıklarını tamamlayan İngilizler, 24 Ekim 1917'de 138.000 askerle taarruza başladılar. Birüsseba-Gazze Savaşı'nı kazandılar. 9 Kasım 1917'de Kudüs düştü.

General Allenby komutasındaki İngiliz kuvvetlerinin Mart 1918 başı ile 18 Mayıs arasındaki Telazur, 1. ve 2. Salt-Amman taarruzları başarıyla durduruldu. Yığınaklarını artıran ve mevcudu 550.000'e yükselen İngiliz ordusunun 19 Eylül 1918'de Filistin'de başlattığı taarruz hızla gelişti ve Filistin tamamen İngilizlerin eline geçti.

 

 

 

 

Irak Cephesi 

 

Bu cephe, İngilizlerin petrol sahalarını ele geçirmek amacıyla, 15 Ekim 1914'te Bahreyn'i ve 23 Kasım 1914'te Basra'yı işgali üzerine açıldı. Yerli askerlerle karışık Osmanlı kuvvetleri işgale karşı koyamadı. İngilizler, İran'da Ahvaz'ı da ele geçirdiler.

20 Aralık 1914'te, Basra'yı geri almak amacıyla cephe komutanlığına atanan Yzb. Süleyman Askeri Bey, aşiretlerden ve gönüllülerden yararlanarak topladığı kuvvetle, 12 Nisan 1915'te taarruz etti. Şuaybiye Savaşında başarılı olamadı ve intihar etti.

İngilizler Kutü'l Ammare'yi de ele geçirip Bağdat'ı almak için, General Townshend komutasında saldırdılar. Türk Kuvvetleri, İngilizleri Selmanpak'ta durdurdu. Kanlı çarpışmalardan sonra İngilizler, 26 Kasım 1915'te çekildiler. Kut ül Amare'de 8 Aralık 1915'te kuşatılan İngiliz birlikleri, beş ay süren bir direnişten sonra 28 Nisan 1916'da teslim oldu. General Townshend dahil  13.399 esir alındı. Fakat insan gücü çok fazla olan İngiltere Hindistan'dan getirdiği yaklaşık 150.000 askeri bölgeye çıkarttı.

1916 yılı başında bir kısım İngiliz birlikleri General Townshend'in yardımına geldiyse de İran'da Hemedan'a kadar sürüldüler. İngiliz birlikleri 1917 yılı başında bekledikleri güce ulaştılar. Taarruza geçtiler. 11 Mart 1917'de General Maude yönetimindeki İngiliz birlikleri Bağdat'a girerken Halil Paşa'nın komutasındaki Osmanlı askerleri Bağdat'ı boşalttı.

Türk kuvvetlerinin Bağdat'ı geri alma teşebbüsü başarılı olamadı. Samerra'yı da ele geçiren İngiliz Ordusu, Musul'a doğru ilerlemeye başladı. Bağdat'ı geri almak için 6. Ordu'yla Halep'te kurulan 7. Ordu birleştirilerek General Falkenhayn komutasında Yıldırım Ordular Grubu kuruldu. Halep'te hazırlıklar sürerken, İngilizler Tikrit'e kadar ilerlediler.

1918 yılında aldıkları takviyelerle iyice güçlenen İngiliz birlikleri, petrol yataklarının bulunduğu Musul'a giremediler. Ancak, ne yazık ki, Mondros Mütarekesi'nin imzalanmasından üç gün sonra 3 Kasım 1918'de, mütarekeye aykırı şekilde burayı işgal ettiler.

 

Galiçya Cephesi 

Galiçya, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun kuzeydoğu ucunda yer alıyordu. Bu bölge bugün, bir kısmı ile Polonya'nın güneyinde, diğer kısmı ile Ukrayna'nın batısında yer almaktadır. Galiçya'nın güney sınırını Karpat dağları oluşturur. Genel savaş planına göre, Almanya batıda Fransa'yı bertaraf edecek, bu süre boyunca Avusturya-Macaristan doğuda Rusya'yı oyalayacaktı. Ancak Avusturya Macaristan bu işi başaramadı. Rusya orduları Karpat dağlarının kuzey eteklerine kadar yanaştı. Bunun üzerine Almanlar doğu cephesinin merkezi Galiçya'ya Türk kuvvetlerinin gitmesi konusunda Enver Paşa ile anlaştılar.


Daha önce Çanakkale'de savaşmış 19. ve 20. Tümenler'den 15. Kolordu oluşturularak, Temmuz 1916'dan itibaren yaklaşık 30.000 asker her tabur bir tren katarına denk gelecek şekilde, trenle yola çıkarıldı. Eylül 1916'da intikal tamamlanmıştı. Kolordunun komutanı, Kurtuluş Savaşı'nda da önemli görevler üstlenen Yakup Şevki Subaşı'ydı. Kasım 1916'da görevi Cevat Paşa'ya devredecektir. Türklerin Avrupa'da savaştığı üç cepheden biri Galiçya idi. Genellikle Romanya Cephesi ile karıştırılır. Türklerin asıl olarak savaştığı yer, Berezhany kasabası çevresidir. Berezhany ile Rohatin kasabası arasındaki yol üzerinde, sağ taraftaki dağın yamaçlarında halen Türk şehitliği vardır. Bunun yanında, yöredeki diğer köylerde de küçük Türk şehitlikleri bulunmaktadır.

 

Balkan Cephesi 

Sırbistan'ın İttifak Devletleri'nce işgal tehlikesi belirince, bir Fransız tümeni Çanakkale'den getirilerek, 5 Ekim 1915'te Selanik'te karaya çıkarıldı. Bir İngiliz tümeniyle bir Fransız tugayı da daha sonra bu birliğe katıldı. Böylece Makedonya cephesi açılmış oldu. 20. Türk Kolordusu ile birtakım Alman ve Bulgar birlikleri İngiliz ve Fransızların karşısında yer aldı. 1916 yılında İngiliz, Fransız ve Sırp askerlerinin sayıları 250.000'e ulaşınca 10. Türk Kolordusu da 17 Kasım 1916'da cepheye geldi. 10 Aralık 1916'da Yb. Şükrü Naili Gökberk komutasındaki 50.Tümen Drama civarında düşmanla savaştı. Cephedeki küçük taarruzların yanında en önemli olay, 11 Aralık 1916'da, Manastır'ın İttifak Devletleri'nin eline geçmesidir.

1917 yılı küçük muharebelerle geçti Türk Kuvvetleri Kavala-Serez hattında savaştı. 27 Haziran 1917'de Yunanistan İtilaf Devletleri safında savaşa girdi. 29 Mayıs 1918'de İngiliz, Fransız, Yunan ve Sırp kuvvetleri büyük bir taarruz başlattı. Bulgar ordusu yenildi. 29 Eylül'de Bulgaristan, Selanik Ateşkes Antlaşması'nı imzalayıp savaştan çekildi. Topraklarından İtilaf Devletleri'ne ait askeri birliklerin geçmesine de izin verdi. İtilaf Devletleri üç koldan Balkanlarda ilerlemeye başladı. Bu kollardan biri İstanbul'u hedef almıştı.

 

 

Savaşın Sonuçlanması 

1918 Yılı Almanya için sonun başlangıcı olmuştur. Sınırlı kaynakları ile abluka altında, hammadde ve gıda sıkıntısı had safhaya ulaşan Alman İmparatorluğu'nda, Rusya'dan Ekim Devrimi sonucunda hızla yayılan Bolşevik Hareketleri ile grevler ve ayaklanmalar başlamıştı. Bu grevleri önlemeye çalışan hükümet, çok kritik bir hata yaparak, grevcileri -ceza olarak- savaş alanlarına sürdü. Grevciler, bu sefer de Alman Ordusu içerisinde isyanlara ve itaatsizliklere yol açtılar. 1918'de savaş tamamen İttifak Devletleri aleyhine dönmüştü.

Rusya'nın savaştan çekilmesiyle, Doğu Cephesi'ndeki gücünü Batı Cephesi'ne kaydıran Almanya, mart ayında General Ludendorff komutasında büyük bir saldırı başlattı. Bu saldırı sonucunda Almanya kısmen başarılı olup cepheyi yarmayı başarsa da, Alman Ordusu içerisindeki isyancılar ve karşı tarafta da Amerikan Tankları'nın cepheye sokulması ile daha fazla ilerleyemedi. İtilaf Devletleri, Alman Ordusu'nu geriye doğru püskürtmeye başladı. Bu saatten sonra, artık İttifak Devletleri için yapılacak pek bir şey kalmamıştı.

İtilaf Devletleri'yle tek tek İttifak Devletleri arasında yapılan mütarekelerle çatışmalar resmi olarak sonlandırılmıştır. Bu mütarekeler, Bulgaristan ile 29 Eylül 1918 tarihinde Selanik Ateşkes Antlaşması, Osmanlı İmparatorluğu ile 30 Ekim 1918 tarihinde Mondros Ateşkes Antlaşması, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile 3 Kasım 1918 tarihinde Villa Giusti Antlaşması ve Almanya ile 11 Kasım 1918 günü Rethondes Antlaşması'dır.

 

Bu arada Sultan Reşad 4 Temmuz günü vefat etti. Yerine Sultan Vahdettin geldi.

Mondros mutarekesi ve sonrası Sultan Vahdettin konusunda incelenecektir.

 

 

 



75638 kez okundu

Yorumlar

Balkan ve 1. cihan savaşlarıi     10/06/2017 09:24

güzel bir yazı olmuş. Bazı konularda kaynak belirtilirse daha da iyi olur.
Misafir - abdullah ersoy


 Kahve Falı Yasağı, Tekke ve Zaviyeler Kanunu İçin Bir Hazırlık mı?

 

 Adnan Menderes Mahkemesini yenileme talebi İskilipli İçin Hazırlık mı?

Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar32.486832.6170
Euro34.601234.7398
Hava Durumu